22 Haziran 2011 Çarşamba

İTÜ ve Endüstri Ürünleri Tasarımı (ENTAS)

 Melabalar,

Öncelikle aşağıdaki yazı benim tarafımdan yazılmamış olup İTÜ'de bir Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü öğrencisinin kaleminden çıkmadır. Bilesiniz dedim.




"Mek-teb-i Tıbbiye-i Şahane…

Önce hastane, ardından kışla, şimdi ise bambaşka bir dünya…
Taşkışla, bulunduğu şehrin bir maskotudur adeta...  Tarihi, farklı kültürleri, yaratıcılığı ve eğlenceyi birbirine karıştıran ortam.
İTÜ’nün diğer kampüslerinden tamamen farklıdır Taşkışla. Bunda Mimarlık fakültesi öğrencilerinin ve eğitim kadrosunun büyük etkisi var tabii ki... Diğer kampüslerden içeri sızan kim olursa olsun “ne garip tipler var yaa” diye söylenti yayar etrafa ki haklıdırlar. Mühendislik okuyan bir öğrenci için anlaması zordur bu kampüsü çünkü aralarında her karede görülebilecek 7'den çok daha fazla fark vardır.

Mesela dersler sınıflarda ve sıralarda değil, atölyelerde veya çatı katında işlenir çoğunlukla. Hocalarla yüz yüze gelir, gözlerinin içine baka baka konuşursunuz. Bazen çok sert konursunuz ama karşınızdaki profesör için de bir birey, değerli bir birey, olduğunuzu hissedersiniz. Saygı içten gelir. Ama kabul, bazen nefret de içten gelir en sert jürilerden sonra… Ama her krizin sonunda aileniz kadar yakın hissedersiniz birbirinizi.

Jüri demişken… Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü öğrencileri proje derslerinde (ki 5 kredi ile en önemli derstir ve kalırsanız mezuniyetiniz uzar) final ya da vize sınavlarıyla not almazlar. “haftaya jürim var”, “jüriyi ertelesek”, “çok sert geçti jüri” cümlelerinin içinde bulunan “JÜRİ”lerde değerlendirilirler. Bölümün bütün öğretim elemanlarının önünde projenizin sunumunu yapmanız gerekir.
Bu  sunumlarda A3 formatındaki sunum paftalarınız (Pafta tam olarak; düşük zeka seviyeli bir insanın bile anlayabileceği netlikte ve düzende hazırlanmış görsel ve yazı kompozisyonudur. Photoshop, Solid Works, Rhinoceros, Maya.. gibi tasarım programlarını kullanırsınız genellikle) jüri masasının önündeki panolara asılır. Karşınızdaki kişilerin tasarladığınız ürünü daha iyi algılayabilmeleri için 1/1 ölçekte hazırlanmış maketinizi de jürinin ellerine bırakırsınız. Giyiminizden ses tonunuza diksiyonunuzdan kullandığınız kelimelere kadar, ikna etmenizi kolaylaştıracak her detaya dikkat ederek 10 dakika içinde jüri üyelerine sunumunuzu yaparsınız. 
Bu ürün neden gerekli, yeni olan ne var, hangi insanların ihtiyacını karşılayacak… ve bunun gibi bir sürü sorunun cevabını sığdırırsınız 10 dakikanın içine. Sunumunuzdan sonra jüri üyeleri sorular sorar “neden bu renk”,  “bu ürün nasıl üretilecek”,  “bu biçime nasıl karar verdin”, “kim böyle bir ürünü almak ister”, “yeni olan ne getirdin”, “maliyeti ne olacak”, “nasıl depolanıp saklanacak”...
Bazen soru formatının dışına çıkılır tabii ki. “Bu ürünün gövdesindeki eğime ihtiyaç yok”, “bu ürün daha küçük olmalıydı”, “ürün dili diye bir şeyden söz etmek mümkün değil”, “düğme yerinin burada olmaması gerekir”, “ısının etki alanını daraltmışsın”, “bu ürün kendini taşımaz ayaklarını zayıflatmışsın” gibi net yorumlar yapılabilir. Bunların bazıları doğrudur veya değildir. Siz bunları “hayır bu tasarımda böyle olmalı çünkü… “ diyebilmeniz ve mantıklı bir sebep öne sürmeniz  gerekir. Ya da gerçekten bir hata vardır ve sizin bunu “haklısınız daha farklı olabilirdi  ama ürünün şu özelliği ile kazandığı değer...” şeklinde geçiştirmeniz gerekir. Hocayla inatlaşırsanız, ki hoca da farkındadır yanlış yaptığınızı anlayıp yine üste çıkmaya çalıştığınızın, işte o zaman ortam gerilir. Sunumlar çok kısa olmalarına rağmen 2 gün uykusuzluk ve yorgunluğun ardından sunum taktiklerini uygulayabilmek, elleriniz kesik içindeyken bile maket yapmaya devam edebilmekten daha zor gelir.


Bu işin en zor yanıydı… Gel gelelim en zevkli aşamasına... Eğer fikriniz iyi, konseptiniz başarılı ve ürününüz geliştirilmişse,  jürinin söyleyeceği övgülerle yere göğe sığamazsınız. Eğer jüride KOBİ (Küçük veya Orta Ölçekli İşletmeler, bildiğiniz piyasa firması) üyesi bulunuyorsa ve ürününüz üretilip piyasaya sürülecekse inanılmaz bir tatmin hissi duyarsınız. Öyle bir psikoloji ki, sanki ürününüz dünyayı kurtarmış, siz ise dünyada teksinizdir.

İş eninde sonunda işinizi sevmeye, kendinizi bu işe vermeye, uykunuzu, zamanınızı ilişkilerinizi gözden çıkarmanıza dayanıyor. Emeğinizi doğru şekilde harcarsanız göklere çıkarılırsınız ama eğer zamanınıza kıyamaz boşlarsanız o jüride yerin dibine de batarsınız. Nitekim ağlayarak çıkan çok öğrenci olur o jürilerden. Karakterle ilgili değil, o melek yüzlü hocaların aslında ne kadar sivri dilli olup onurunuzu kırabileceği ile ilgilidir. Tabii hak ediyorsanız…


Dönem içinde projeden geçerseniz diğer dersleri vermek daha kolaydır artık. Klasik sınav sistemi. Ama yine de çalışmanız gerekir elbette. Ergonomi, Üretim Yöntemleri, Bilgisayar Destekli Tasarım, Sanat Tarihi, Malzeme, Hukuk,  Atölye, Teknik Resim… Bunlar klasik vize- final sınavı sistemiyle geçilir. Ama bu noktada mühendislik okuyan öğrencilerden en büyük fark (ki bu en güzel yanıdır bölümün), öğrendiğiniz hiçbir şey tamamen teorik değildir. Bir dönem öğrendiğiniz konuları sonraki dönem projenizde kullanır, ürününüzün tasarım, üretim veya sunum aşamasında hayata geçirirsiniz. O kadar net ki… Finalden sonraki 3 hafta içinde unutulacak formüller yoktur. Her şey artık sizin eliniz ayağınız gibi bir parçanızdır. Dedim ya işin zevkli yanı... Ahtapot misali her eğitim döneminden sonra 3 kolunuz 2 bacağınız daha çıkar. Piyasaya çıktığınızda kullanabileceğiniz o kadar çok bilginiz olur ki. Ama ürün tasarımı da bunu gerektirir.

Tasarım okunacaksa eğer yaşanılan şehir hayati önem taşır. Çünkü çoklu üretilebilecek ve insanların kullanabilecekleri ürünler tasarlarız. İnsanların alışkanlıkları, kültürleri, değerleri, değişen zevkleri odak noktasıdır. Onları gözlemlemeden, onların farkında bile  olmadıkları alışkanlıklarını fark etmeden tasarım başlamaz. Hiçbir endüstriyel tasarımcı kendisi için tasarım yapamaz. Kendiniz için amatör tasarım yapabilirsiniz ama “ endüstri ürünleri” seri üretim demektir ve siz sadece kendiniz için aynı üründen milyonlarca üretemezsiniz. Binlerce insan bir ürünü alacaksa, hepsinin bu ürünü kullanması için bir sebebi olmalı ve siz bu sebeplerin ortak noktasındaki ihtiyacı belirlemelisiniz.

İstanbul… Kültürlerin kesiştiği kültür merkezi… Tasarım için daha iyi nerede yaşanabilir ki… Bir tasarımcı gerçek anlamda her şeyi görmeli, bilmeli, içinde bulunmalı o eylemin. İşte bunun için en iyi ortam: İstanbul, İstanbul’da bulunan en özgür ortam: Taşkışla…" 






Captain out !