1 Aralık 2011 Perşembe

Erasmus Programı hakkında

Melabalar,

Çoğunuzun daha üniversiteye gelmeden önce duyduğu veya varolduğundan haberi olduğu bir konu da Erasmus (nam-ı diğer yabancı öğrenci değişimi) programı. Erasmus hakkında bilmeniz gereken şeylerden bahsedeceğim öncelikle fakat başlamadan önce bilmenizi isterim ki ben kendim bizzat Erasmus programına katılmadım; fakat çevremde katılan çokça insanla görüştüm. Onlardan aldığım bilgilerle kendiminkileri harmanlayarak yazıyorum burayı.

Öncelikle Erasmus programı, Avrupa'nın bir programı ve Avrupa ülkelerini kapsıyor. Yani Erasmus ile Amerika'ya gidemiyorsunuz. Erasmus ile Almanya'ya gidebilirsiniz, İtalya'ya gidebilirsiniz. İrlanda'ya gidebilirsiniz... Ama tabi şartları var. Öncelikle size kağıt üstündeki Erasmus'tan bahsedeyim sonra da pratiktekinden...

Kağıt üstünde Erasmus, yurtdışındaki elalem derslerinde ne görüyormuş, üniversiteleri nasılmış, bizde öğretilmeyen bir şey var mıymış diye gidip bilgi takası yapmanızı hedefleyen bir program. Erasmus programına katılmak için belirli şartları sağlamanız gerek. Öncelikle belirli bir ortalama (4 üzerinden 2.50 gerekli olan minimum değer) gerekli. Daha sonra gideceğiniz ülkedeki dili biliyor musunuz ? İtalya'ya gidecek öğrencilerin İtalyanca bildiklerini göstermeleri gerek. Bunun için geçerliliği olan bir dil sınavından aldığınız puanı belgelemeniz (KPDS, TOFL, Üniversitelerin Proficiency sınavları...) üstüne bir de mülakat geçmeniz gerekecek. Dil puanınızın ve okul ortalamanızın belirli yüzdeleri alınarak ekleniyor. Yani okul puanınız çok yüksek olmasa bile dil puanınız ile o açığı kapatabiliyorsunuz (%50 not-%38 dil -%12 mülakat). Tabi öncelikle başvuru şartı olan 2.50'nin sağlanması gerekiyor. Pekiii neden notunun yüksek olması gerek ? Çünkü Erasmus seçiminde de her bölümün belirli bir kontenjanı var. Mesela Elektronik Mühendisliği bölümünden 5 kişi gidebilecek, Mimarlık bölümünden 25 kişi gidecek gibi.. Haliyle bir rekabet gerekiyor. Notu ve dil puanı yüksek olan üste çıkıyor. Üniversite tercihi yaparkenki gibi birkaç ülkede birkaç farklı üniversite yazıyorsunuz ( maksimum 3 tercih). Tercih formunuza ilk tercihiniz daha yüksek notlu rakipleriniz tarafından kapıldıysa ikinci tercihinizi zorluyorsunuz. O nedenle rivayet olunur ki Erasmus için 3.00 ve üzeri bir ortalama istediğiniz ülkeye gitmek için büyük şans getirir.


Gideceğiniz ülkeye gidersiniz. Bir veya iki dönem, yani 4.5 veya 9 ay orada kalırsınız bitince geri gelirsiniz. Peki ders olayı nasıl olacak ? Burada aldığınız derslerin orada karşılıkları varsa saydırabilirsiniz. Böylece orada okuduğunuz dersler transkriptinizde verdiğiniz dersler haline gelir. Peki ya aynı ders yoksa ? O zaman yakın konuları işleyen dersleri de saydırabilirsiniz. Orada yurt veya ev ayarlar, vize işlemleriyle uğraşırken okulunuzdaki Erasmus ofisine defalarca gider sonra muradınıza erersiniz.

Buraya kadar kağıt üzerindeki Erasmustu. Şimdi size kolay kolay bulamayacağınız bazı bilgiler ve tavsiyeler.

Öncelikle İngilizceyi artık herkes biliyor o yüzden kalkıp İngilizce konuşulan bir ülkeye gitmek isterseniz rakibiniz çok oluyor. Fakat okullar İtalya, Almanya gibi farklı dilleri olan ülkelerin kontenjanlarını doldurmakta zorlanıyor. Çünkü bu dilleri bilen insanlar yok. Haliyle idare eder derecede İtalyanca bilginiz olsa bile İtalya'ya gitme şansınız yüksek. Arkadaşım tek kelime İtalyanca bilmezken, Erasmus ofisiyle görüşmeleri sonucunda İtalyanca kursuna yazılması şartıyla İtalya'ya gitmeyi başardı. İtalya'ya gittiğinde sadece 1-2 aylık İtalyanca kursu bilgisi vardı ve adını söyleyemiyordu. Peki bunun en büyük dezavantajı nedir ? Bilmediğiniz bir dilde akademik eğitim almaya gidiyorsunuz. Haliyle bütün derslerden kalma ihtimaliniz yüksek. İngilizce verilen dersleri almaya çalışın genellikle, böylelikle Almanca, İtalyanca bilmeseniz bile İngilizce ile birazcık da olsa not alma şansınız var en azından. Peki dersleri veremezsek ne olur ? Ortalamanız düşer.

Üniversitedeki hocalar Erasmusu pek sevmezler. Çünkü Erasmusta öğrencilerin tamamına yakınında asıl amaç gezmektir. Yabancı bir okulu görür yabancı bir ülkeyi tanırsınız. Yabancı bir kültürden bir sürü arkadaşınız olur. Vizyonunuz genişler. Tecrübeleriniz artar. Hangi ülkenin insanı nasıldır tanırsınız. Bunlara karşılık ortalamanızı feda edersiniz, okulunuzu uzatırsınız. Peki istisnalar yok mudur ? Vardır. Oraya gerçekten eğitim amaçlı giden ve ortalamasını yüksek tutan öğrencilere oradaki üniversitelerden "gel burada devam et eğitimine kaydını buraya alalım" teklifleri gelmiştir, gerçektir. Fakat öğrencilerin tamamına yakını orada derslere bile girmez, gitmişken iyice gezer tozar gelir.

Ücret konusu gittiğiniz ülkeye göre çok değişir tabi ama İtalya'ya giden arkadaşım hemen hemen buradakine eşit masrafım olacak demişti gitmeden önce. Geldikten sonra sormadım tabi. Onun haricinde İngiltere'ye giden birinden daha öğrendiğime göre, "Bi daha mı gelcez dünyaya!" şeklinde para saçmadıkça, okuldan gelen burs ile birlikte Türkiye'deki normal harcamanızın çok da üstüne çıkmıyorsunuz. Bunun haricinde Erasmus bursları var çeşit çeşit. Onları takip edin, başvurun, alın, harcayın oh mis. Okul, bazı istisna ülkeler hariç birkaç yüz Euro Erasmus hibesi sağlıyor öğrencilere gittikleri her ay için. Tabi gidince aldığınız derslerin %70'ini geçemezseniz de geri istiyor bu parayı. O yüzden aldığınız derslerin %70'ini verin bence.

Kontenjanlara gelecek olursak. Bir Elektronik Mühendisliği öğrencisinin Erasmusa gitmesi fantezidir. Keyfi gider. Şart değildir. Fakat bir Endüstri Ürünleri Tasarımı, Mimarlık öğrencisinin gitmesi kesin gereklidir gözüyle bakılır. Mühendislik her yerde aynıdır ama tasarım çok değişebilir diye sanırım. Bu gibi nedenlerle açılan kontenjan sayısı da değişir. Mesela Mimarlık fakültesinde öğrencilerin tamamına yakını Erasmusa gidebilir. Tek sıkıntı herkes aynı ülkeye gitmek isterse olur. Ama bir mühendislikte en fazla birkaç kontenjan vardır onu da gezmeyi seven ortalaması da fena olmayan insanlar doldurur. Çok yüksek ortalaması olanlar düşürmemek için gitmezler genelde.

Başka bir nokta da gideceğiniz ülkedeki insanlar... İtalya'ya gidiyorum diye bir sürü İtalyan arkadaşım olacak sanmayın, çünkü orada sizin beraber takılacağınız Erasmus grubu İsviçreli, Türk, İngiliz, Alman vs. insanların karması olacak ve muhtemelen çok az İtalyan tanıyacaksınız.

Benim kişisel görüşüm Erasmusun çok keyifli bir tecrübe olacağı yönünde. Gençken gidip görmek lazım ama gidemezseniz de çok dert etmeyin. Notlarınızı düşürme tehlikesi olmadan birkaç sene sonra kendi paranızla da gidebilirsiniz gezmeye sonuçta. Ama kesinlikle Erasmus ortamını bulamazsınız. Çünkü orası sizin gibi farklı ülkelerden gelmiş bir sürü gezmeyi, eğlenmeyi seven deli dolu gençlerle dolu olacak. Unutulmaz anılar silsilesidir Erasmus.

Captain out !

Çan sistemi

Melabalar,

Size biraz üniversiteye ilk geldiğinizde çok duyacağınız meşhur notlandırma sistemi "Çan"dan bahsetmek istiyorum.

Çan sistemi öğrencinin hem laneti hem de umudu. Neden mi ? Çünkü çan sisteminde notunuzun kendi başına değeri alınmıyor. Bunun yerine notunuzun sınıfın ortalamasına göre nerede olduğuna bakılıyor. Şöyle ki çok çalıştınız 100 üzerinden 80 aldınız. Seviniyorsunuz çok iyi kesin AA ya da BA getiririm diye. Sonra bir öğreniyorsunuz ki sınıfın geri kalanı 90-100 arası almış ve sınıfın ortalaması 92 (yok artık ! bunlar çok yüksek rakamlar buradaki tüm sayıları ikiye bölerseniz daha gerçekçi sayılar elde edersiniz). Bu durumda hoca çan notu (yani ortalama nota CC veriyor ) ve siz CC veya DC ile dersi ortalama bir başarıyla geçmiş oluyorsunuz.

Bunun iyi yanı ve kötü yanları var. İyi yanı büyük bir umut oluyor. İyi geçmeyen bir sınavda arkadaşlarınızın sınavının daha da az iyi geçmesi sizin yüksek not alma şansınızı arttırıyor. Kötü geçen her sınavdan sonra neyse zaten çan düşük çıkar diye kendinizi avutuyorsunuz. Fakat asıl kötü yanı insan ilişkilerinde ortaya çıkıyor. Çünkü sizin başarılı olmanız kadar arkadaşlarınızı başarısız olması da sizin notunuzun değerini arttırıyor. Haliyle bu da insanların ilişkilerine yansıyor. Sorduğunuz bir soruya bilse de ben de bilmiyorum diyenler, anladığı halde bir konuyu size anlatmayanlar, derste aldığı notları paylaşmayanlar, gelmediğiniz dersleri sorduğunuzda yarım yamalak verilen cevaplar... Liste uzayıp gidiyor. Üniversitede bu çan sistemi yüzünden bir gizli rekabet var. İnsanları ve güven ilişkilerinizi sorguluyorsunuz. Hocanın geçen hafta ne yazdırdığına bakmak istediğinizde tabi buyrun diye notlarını uzatan biri gözünüze melekmiş gibi gelmeye başlıyor. İnsanlar umarım milletinki kötü geçmiştir diye dualar etmeye başlıyor. Nalet bir sistem anlayacağınız.

Tabi direkt çanı hesaplayarak zaman kaybetmeyin. Çan hesaplanırken ortalamalar, standart sapmalar hesaplanıyor, sıfır alanlar çana katılmadığı gibi belirli bir puanın altını çana katmayan hocalar da var. Sonuç olarak çan puanı hesaplandıktan sonra çana istediği notu vermek hocanın elinde. Kalkıp çana AA da verebilir bu durumda bütün sınıf yüksek alır ama bunu hiç bir hoca yapmaz. Çan notu standart olarak CC yani ortadır.

Çan uygulayan hocalar çok büyük bir yoğunlukta da olsa bunun uygulamayanlar da yok değil tabi ki. Kimi hocalar belirli bir notu geçer sayabilirler. Hangi sistemi uygulamak istedikleri bölüm tarafından alınan bir yönetmelik kararında yoksa hocaya kalır. Örneğin İTÜ Bilgisayar Mühendisliğinde bölüm derslerinden 40 altında alırsanız kalırsınız. İsterseniz sınıfın ortalaması 5 çıksın (o zaman herkes bile kalabilir, hocaların çoğu bu konuda rahatsızlık hissetmezler, sınıfın tamamı kalıyorsa sınıfın tamamı çalışmıyordur sorun onlardan kaynaklı olmaz asla).

Peki çanın iyi yanı nedir? Farklı sorularla sınavlara giren gruplar arasında genel anlamda bir eşitlik sağlar. İki farklı hocadan birisi kendi sınıfına çok zor sorular sorar diğeri kolay sorarsa zor sınavda çan düşük çıkacaktır bu nedenle düşük puan alanlar bile iyi notlar alabileceklerdir. Fakat zor sınavda bir de çok çalışkan bir sınıfa düşerseniz bu durum aleyhinize işler. Kısacası çok tekin bir sistem değil. Keskin bir adalet hiç yok, fakat biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu.

Captain out !

23 Kasım 2011 Çarşamba

Üniversite ve kendinizi yetiştirmek

Melabalar,

Bu sefer size bahsedeceğim konu muhtemelen aranızda istekli ve kararlı olanların çok duymuş olduğu: "Üniversite eğitimi yetmez kendinizi geliştirmeniz lazım" muhabbeti.

Öncelikle bu kesinlikle doğru. Eğer kendinizi yetiştirmezseniz başka bir deyişle kendi eğitiminizin yönetimine el atmazsanız ve üniversite müfredatının yeterli olacağını düşünürseniz çok ama çok yanılırsınız. Üniversitede size bir konunun tüm incelikleri öğretilmeyecek. Üniversitede herhangi bir dersi tam notla bile bitirseniz o konu hakkında çok az bir bilginiz olacak. Öncelikle çok büyük olasılıkla (laboratuvar derslerini saymıyorum) tamamen teori göreceksiniz. Bu teorinin gerçek hayattaki kullanımları ve karşınıza nasıl çıkacağı hocanın o günkü keyfine bağlı olarak size birkaç kelimeyle özetlenecek veya hiç anlatılmayacak. Bir elektronik devre tasarladığınızda devre beklemeğiniz davranışlar sergileyecek ve siz bunun devredeki bileşenlerin birbirlerini elektromanyetik şekilde etkilemesinden kaynaklandığını anlayamayacaksınız ve nasıl çözeceğinizi bilemeyeceksiniz.

Üniversitede bir çok derste müfredat çok hızlı ve kısıtlı geçiyor konuları. Bunun üstüne bir de tatiller bayramlar hocaların işlerinin çıkması gibi durumlar eklenince bilgi özetin özeti haline geliyor. Siz tüm derslere gitseniz bile konu hakkında yetkin olamıyorsunuz. Hocalarınız her defasında sizden ders dışında da bu konulara çalışmanızı isteyecekler. Ancak böyle öğrenebileceğinizi söyleyecekler, ki bu sadece teorik bilgi için geçerli. Teoriden pratiğe geçmek ise apayrı bir çaba ve zaman gerektiriyor. Çoğu derste hocanız size bilgiyi doğrudan vermeyecek. Size örnekler gösterecek yöntemler gösterecek ve sizin çabalayıp anlamanızı bekleyecek. Kalkıp hocaya soru soramaz mısınız anlamadığınız yerde ? Tabi ki sorabilirsiniz fakat dersin tamamını anlamak için tamamını sormanız gerekebilir. Örneğin bir C programlama dili dersinde hocaların kendisi bile öğretebilecekleri bir şey olmadığını söylüyor. Bunu öğrenci kendisi oturup deneyip çalışıp öğrenmeli.

Bunların haricinde üniversitenin size asıl katacağı nokta düşünme sisteminiz. Sorgulamayı öğreneceksiniz. Farklı düşünmeyi öğreneceksiniz. Vizyonunuz gelişecek. Daha önce görmediğiniz şeylerle karşılaşacaksınız. Bunlardan ilham alacaksınız. Bunun için de sabah okul akşam ders tarzında bir öğrenci olmak yerine aktif bir öğrenci olmalısınız. Gerektiğinde bir uzmanın seminerini dinlemek için dersinizi de asmayı bilmelisiniz, bir kulübe üye olmak için para da ödemelisiniz.

Üniversitelerin en güzel yanlarından birisi sürekli aktif olabilmeniz. Hemen hemen her hafta (hatta bazen haftada birkaç defa) ilginizi çeken bir konu üzerine etkinlik, buluşma, seminer, festival, konferans, eğitim oluyor. Bunları İTÜ'de temel olarak fakülte panolarındaki afişlerden öğrenebileceğiniz gibi özellikle ilginizi çeken konulardaki duyuruları kaçırmamak için kulüplerin mail gruplarına üye olabilirsiniz. Dediğim gibi üniversitede size en yardımcı olacak şey diğer arkadaşlarınız.

Son olarak başka bir noktadan bahsetmek istiyorum. Bir sürü semine eğitim vs. düzenleniyor ve bunların bazıları sırf öğrencinin dikkatini çekmek için sertifika dağıtılacaktır duyurusu yapıyor. Yani eğitime, seminere katılırsanız katılmıştır diyen bir sertifika alıyorsunuz ve bunu CV'nize ekleyebiliyorsunuz. Fakat bu sertifikaların çoğu iş alanında yüzüne bile bakılmayan değersiz kağıt parçaları (sertifika önemsiz demiyorum sadece bazı etkinliklerde dağıtılan sertifikalar sadece hadi verelim denilerek verilmiş herhangi bir prestiji tanınmışlığı yok). Bu nedenle sadece sertifika için seminerlere katılmayın. İlgilinizi çeken seminerleri veya piyasa devlerinin yaptığı etkinlikleri de kaçırmayın derim.

Captain out !

14 Ekim 2011 Cuma

İTÜ'de Başarılı Olmak

Melabalar,

Bu seferki konum İTÜ'de nasıl başarılı olursunuz. Sonuçta çoğunuzun üniversiteye gelme amacı bir şeyleri başarmak. Kiminiz iyi bir kariyer sahibi olmayı başaracak, kiminiz iyi bir maaş almayı başaracak kiminiz bir ay boyunca hiç bir derse girmemeyi başaracak...

Öncelikle başarıyı ayırmanız gerekiyor. Nasıl bir başarı istiyorsunuz ? Yüksek notlar geliyor büyük ihtimalle çoğunuzun aklına ilk olarak. Bu çok normal çünkü her dönem sonu transkriptinizde (üniversite karnesi, dönemlik) not ortalamanıza göre başarı durumunuz hakkında iyi, kötü gibi değerlendirmeler yazıyor fakat orada bahsedilen şey sadece akademik başarı.

Sosyal anlamda çok başarılı olmanızın temel anahtarı kulüpler. Kulüplere katılarak ve bunlarda aktif rol alarak inanılmaz bir çevre yapabilirsiniz. Bu çevreniz derslerinizde de size yardımcı olur, evrak belge işlerinizde de yardımcı olur, sınavlara çalışmanızda ve üniversitede gelip geçecek olan bir çok fırsattan da haberdar olmanızı sağlar. Kulüplerin en büyük özelliği ortak bir şeyi paylaşan insanları biraraya getirmesidir. Örneğin Japon Dil ve Kültür Kulübüne katılan insanlar Japonları seviyordur. Onlardan iyi anlaştığınız biriyle belki Japonya seyahatine çıkarsınız. Belki Fotoğraf Kulübündeki bir arkadaşınız kamerasını uygun fiyata size satar. Belki Aikido Kulübüyle Trakya gezisine çıkarsınız. Kulüplerin bir başka özelliği de hem üst hem alt sınıfların birarada olmasıdır. Bu sayede üst sınıflardan ders notları veya kaynaklar, okul hayatı hakkında bilgi alabilirsiniz. Belki kafa denginiz biri olur beraber eve çıkarsınız ! Ayrıca buradaki ilişkilerinizin ileride iş hayatınızda da size çok yardımcı olacağını unutmamanız gerekir çünkü genel ve doğru bir kanı vardır: İTÜ'lü İTÜ'lüyü tutar. Yani mezun olduğunuzda iş görüşmesini yaptınız kişi İTÜ'lüyse sizin ne kadar zorlu bir eğitimden geçtiğinizi ve nasıl bir vizyona sahip olduğunuzu az çok bilecektir bu sizin 1-0 öne götürür.

Ortalama anlamında başarılı olmak için temel kriter GPA notunuz. GPA minimum 0.00 maksimum 4.00 oluyor. Aslına bakarsanız GPA notunuz (Üniversite not ortalamanız) temel olarak

  1. Akademik kariyerinizde ilerlemenize
  2. Erasmus/Work &Travel gibi yurtdışı programlarına katılmanıza
  3. Bölüm değiştirmenize/Geçiş yapmanıza
  4. Politika olarak belirli notun altını kabul etmeyen firmalarda şansınızı arttırmanıza yarar

Bunların haricinde not ortalamasıyla kanıtlayabileceğiniz pek bir şey yok. Çünkü iş başvurusu yapacağınız insanlar da üniversite bitirmiş ve sistemi birinci elden tanıyorlar.
Not ortalamanızı yükseltmek mi istiyorsunuz yine de ? Çözüm basit ama riskli: Ders seçim dönemlerinde tercih edilen hocalardan ders almak. Malesef böyle bir durum var insanlar ne kadar gözlerini kulaklarını kapatsalar da bu duruma bu İTÜ'nün gerçeği. Benim 2 çok zor vize, 1 aşırı zor final, 4-5 ödev, 5-6 quizden geçerek ucu ucuna DD alarak geçtiğim bir dersi  senin başka bir hocanın sınıfında sadece 1 vize ve 1 finalden birer hafta önce fotokopicide satılan ders notlarını alıp 3-4 gün çalışarak AA ile geçmen mümkün. Teknik forumda hocalar hakkında yorumlar yapılır. Genellikle şu yoruma çok rastlarsınız: "Notu iyi pek bir şey öğretmiyor" ya da "Çok iyi anlatıyor ama notu çok kıt". Hem iyi anlatan hem notu bol hocalar zaten kapışılıyor. Burada vermeniz gereken karar önemli çünkü gerçekten de notu kıt hocadan ben çok çalışır alırım demek için derse hak ettiğinden çok daha fazla zaman ve önem vermeniz gerekiyor. Şahsen bir kaç defa kütüphanede geceleyip yırtınıp geçtiğim dersten tralaylaylom diyerek geçen arkadaşları gördükten sonra lanetler yağdırıp "nerde not oraya yerleş" anlayışını benimsedim. Tabi bazı dersler yok değil ki isteseniz de iyi not veren hoca yok. Bunlar için iki şansınız var:

  • Size düşük veren hoca herkese düşük verecek
  • Yaz okulunda ders açılırsa alırsınız nitekim yaz okulunda genellikle sınavlar daha kolay notlar daha bol oluyor.

Not anlamında başarılı olmak akademik başarı için gerekiyor bunda hepimiz hem fikiriz. Belirli bir nota sahip olmadan yüksek lisans/master, doktora gibi programlarla ilerleyemiyorsunuz. Fakat akademik başarı ile notsal başarı karıştırılmamalı. Akademik başarı için konuya hakim olmalı teoriden çıkıp pratiğe bulaşmalı ve istekli olmalısınız. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi İTÜ tam bir akademisyen yuvası. Siz bilime katkıda bulunmak isteyin yeter ki... Hocaların destekleri, üniversitenin kaynak destekleri, seminerlere katılım, laboratuvar gezileri, laboratuvar kaynakları hepsi önünüze seriliyor. Dediğim gibi bunun için en önemli iki şey istekli olmanız ve gerçekten hakkını vererek çalışmanız. İkincil önemli şey de not ortalamanız fakat hocalarla projelere katıldığınızda gerçekten bilim yapmak istediğinizi ve çalıştığınızı gördüklerinde size her türlü esnekliği tanıyacaklardır. Tabi yine de yerine getirmeniz gereken bir minimum değer var. Ortalamanızı 3.00 ve üstü olması fazlasıyla yetecektir böyle bir durumda. Akademik kariyerinizi başka üniveritelerde bile devam ettirmek isteseniz hocalardan alacağınız tavsiye mektupları bu konuda çok etkili olacaktır.

Üniversitede başarılı olabileceğiniz bir başka konu da iş sektörü. İTÜ'de bu yöne fazla eğilim olmasa da Koç, Sabancı gibi özel üniversitelerde bu yöne daha bir katılım var. Bu nasıl olur ? Okurken bir yandan da çalışabilirsiniz. Bölümlerdeki panolarda o bölümü ilgilendiren iş ilanları ve aranan şartlar yazılıdır. Genellikle 3. ve 4. sınıf öğrencileri arasalar da erken yıllarda eleman alıp yetiştirmek isteyen şirketler de vardır. Bunlar haricinde firmalar için üretilen projelere katıldığınızda o firma çalışanlarıyla ilişkiye girer bir çevre edinirsiniz. Hatta daha da ileri götürüp iş teklifi bile alabilirsiniz.

Dediğim gibi üniversite başarı isteyen gençler için bir sürü farklı yöne uzanan yollar sunuyor. Benim en büyük sıkıntım bir günün 24 saatte bitmesi... Dünya biraz daha yavaş dönseydi de hepsine zaman ayırabilsek olmaz mıydı sanki ?

Captain out !

30 Eylül 2011 Cuma

İTÜ ve Yatay Geçiş

Melabalar,

TTnet ile günlerce süren ağız dalaşı ve telefon görüşmesi sonucunda internetimiz yine açıldı ve ben de uzun bir aradan sonra tekrar yazabiliyorum.

Bu sefer yatay geçişten bahsetmek istiyorum biraz. Öncelikle çoğu insan istediği yere giremiyor üniversite tercihleri ile. Çoğunun aklına gelen şey yatay geçiş oluyor. İTÜ'de herhangi bir bölüme girdikten sonra bölümler arası geçiş ile istediği bölüme geçen insanların efsaneleri gezer durur. Yok bilmem kim şu puanla girmiş de geçiş yapmış süper mühendislik okuyormuş gibi... Bunlardan bazıları doğru; fakat bölüm değiştirmek çetrefilli bir süreç ve büyük bir risk, çünkü eğer yeterli şartları sağlayamazsanız ve bir aksilik olursa, tamamen şans ile alakalı bir şekilde (sınavı kaçırırsanız falan) bile olsa, o geçiçi olarak seçtiğiniz bölümde yıllarca okumak zorunda kalabilirsiniz. O yüzden kararınızı iyi verin bu konuda.

Öncelikle İngilizce konusu ortaya çıkıyor. Eğer İTÜ dışından İTÜ'ye yatay geçiş yapacaksanız (Evet bu da mümkün) öncelikle İngilizce konusunda dünya çapında geçerli bir sınavda (TOEFL gibi) İngilizcenizin İTÜ'nün %30 veya %100 İngilizce olan eğitimine yeteceğini ispatlamanız gerek. Bunu İTÜ'nün o yıl dönem başlamadan yaptığı Proficiency sınavında da belirli puanı yakalayarak halledebilirsiniz.

Sonrasında dışarıdan yatay geçiş için Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı tarafından belirlenen bir kontenjan var. Yani hepimiz şartlara uyup toplu başvursak bile hepimiz kabul edilemiyoruz. Bunun haricinde kalkıp ODTÜ Kimyadan, İTÜ Elektroniğe gelmeniz zor. Çünkü yine aynı kurum, her bölümün dengi olan bölümlere karar veriyor. İki bölümün denk olabilmesi için programların normal eğitim süresi, ÖSS/LYS puan türü, öğretim programı vb. özelliklerine bakılıyor. Daha da özetlersek iki programın isimleri aynı değilse bile yaklaşık %80 oranında aynı olmaları gerek. Bir başka önemli şart da döneminiz. Lisans eğitiminde (Bilmeyenler için bildiğiniz ilk üniversite eğitimine resmi olarak lisans eğitimi deniyor) ilk iki yarı yıl veya son iki yarı yıl geçiş yapılamıyor (hazırlık bu yarıyıllara dahil değil). Şimdi gelelim asıl önemli şartlara: Birincisi geldiğiniz üniversitenizde hiç bir şekilde kaldığınız ders olmamalı. İkincisi geldiğiniz üniversitenizde bulunduğunuz döneme kadarki programda vermiş olmanız gereken bütün dersleri vermiş olmanız gerek. Bu iki şartı sağlamazsanız başvurunuz değerlendirmeye bile alınmıyor. Üçüncü olarak geldiğiniz okulda not ortalamanız en az 2.5/4 veya 60/100 olmalı VEYA yerleştirme puanınızın geçiş yapmak istediğiniz bölümün taban puanına eşit veya yüksek olması gerekiyor. Dördüncü olarak, öğrencinin bulunduğu bölümde yatay geçiş yapacağı yarıyıla kayıt olup, o yarıyılı okumamış olması gerekli. Beşinci olarak hiç dönem kaybetmemiş olmanız ve eğer geçiş yapacağınız bölüm özel bir dosya isterse (portfolyo, mülakat dosyası vs.) bunu hazırlamanız gerek.

Gel gelelim kurumiçi yatay geçişlere yani İTÜ'de bölümler arası geçişlere. Bu iş nisbeten daha kolay gibi. Bunun için de bir kontenjan ayrılmış durumda. Öncelikle yeni gelenler için fakülte ve bölüm kavramlarına değineyim. Okulda, ana başlıklar gibi düşünebileceğiniz Fakülteler ve bunların alt başlıkları olan Bölümler vardır. Tercih yaparken bölümleri seçersiniz. Seçtiğiniz bölüme göre bir fakülteye dahil olursunuz. Mesela elektronik mühendisliği, elektrik-elektronik fakültesine dahilken; peyzaj mimarlığı, mimarlık fakültesine dahildir. Bundan bahsetmemin sebebi  kurumiçi yatay geçişler fakülteler arası ve fakülte içi olarak ikiye ayrılıyor. Fakülteler arası geçiş için tek şansınız var o da 3. yarıyıl. Fakültelerin bölümleri arasında ise 3. yarıyılda veya iki bölüm çok paralel gidiyorsa 5.yarıyılda geçiş yapabilirsiniz. 3.yarıyıldaki geçişlerde; Öğrencinin 1. ve 2. yarıyıla ait ders planındaki bütün dersleri almış ve başarmış (geçmiş) olması, ek olarak (eğer aldıysa) üst yarıyıllardan almış olduğu derslere ait notların da ağırlıklı ortalamaya katılması, bu şekilde hesaplanacak ağırlıklı genel not ortalamasının en az 2.50 olması  gerek. 5.yarıyıldaki geçişlerde; öğrencinin; ayrılacağı bölümün 1. ve 2. yarıyıla ait ders planındaki derslerin tamamı ile öğretim planından en az 75 kredilik dersi almış ve başarmış olması ve ağırlıklı genel not ortalamasının en az 2.60 olması gerekli.

Bunların başvuru tarihleri üniversitenin web sitesinden duyurulur (hangisi olduğundan emin değilim İTÜ SiS veya İTÜ'nün ana sayfasını kontrol etmekte fayda var). Gerekli işlem ve belgeler de oradan duyurulacaktır. Tarihler için akademik takvimi takip etmek faydalı olacaktır.

Başka bir kurumdan geçiş yapanların bilmesi gereken bir şey de dersleri saydırmaktır. Kendi okulunuzda alıp verdiğiniz bir dersin İTÜ'de karşılığı olan bir ders varsa ve bunun almanız gerekiyorsa birtakım evraklar ve biraz bürokrasiyle o dersleri saydırıp İTÜ'de vermiş gibi gösterebiliyorsunuz. Tabi %100 her dersinizi saydırmanız zor olacaktır fakat Yıldız Teknik'ten gelip, 84 kredisinin 83'ünü saydırabilen birini tanıyorum.

Son olarak tekrar hatırlatmak isterim bütün geçişler için bir kontenjan var. Bütün şartları sağlıyorunuz ama not oratalamanız 2.80/4.00 ise sizinle aynı başvuruyu yapan ve ortalaması 3.20/4.00 olan birisi tercih edilecek ve kontenjanı dolduracaktır. Not ve puanlarınız ne kadar yüksekse şansınız o kadar artar.

Bütün ana kısımlar bunlar. Bir de yurtdışındaki üniversitelerden gelenler için yatay geçiş hakkı var ama onu yazmak istemiyorum. Merak eden varsa şu linkten direkt yönetmeliği de görebilirler:
http://www.sis.itu.edu.tr/tr/yonetmelik/yatay_yonerge.pdf

Umarım yardımcı olur bazılarınıza. Yanlış bölümde olduğunuzu düşünüyorsanız sakın durmayın !

Captain out !

26 Eylül 2011 Pazartesi

Gelen Mailler

Melabalar,

Yeni dönem herkese iyi gelir umarım. Sizden gelen maillerde bazı konularda bilgi vermem için özel talepler geldi. Bunların hepsine değineceğim fakat sürekli değişen yönetmelikler ve sistem sonucunda size en güncel ve doğru bilgileri vermek için bir derleme aşamasındayım. Üstüne dönemin başlamasıyla beraber benim de yoğunluğum arttı. Öncelikle Erasmus, bölümler arası geçişler, yurtdışı imkanları, burslar gibi konulardan bahsedeceğim.
Yazılar 3 vakte geliyor beklemede kalın !

Captain out !

6 Eylül 2011 Salı

İTÜ'lülere ders seçimi öncesi bir iki uyarı ve hatırlatma daha

Melabalar,


İlk kez ders seçeceklerin kayıtlarını okul otomatik yapıyor zaten (ohh kek !). Ama diğerleriniz şu anda büyük ihtimalle ders programları ve hocalar arasında gidip geliyor bir sürü program alternatifi hazırlıyor. Öncelikle hangi dönem olduğunuza önem verin. Kayıt oldup ders alamaya başladığınız dönem için şurada bir açıklama var buna dikkat edin. http://www.sis.itu.edu.tr/tr/ders_programlari/201210/ders-plan.html


Bundan sonra ders programınızda almanız gereken derslerin listesine buradan bakıyorsunuz http://www.sis.itu.edu.tr/tr/dersplan/


Alacağınız dersleri gördükten sonra http://www.sis.itu.edu.tr/tr/ders_programlari/ buradan açılan derslere bakıyorsunuz. Alternatiflerinizi gördükten sonra hocalar arasında kaldıysanız http://www.teknikforum.com/default.php adresine girip sağ üst köşedeki arama çubuğuna hocanın adını copy+paste yapıyorsunuz ve hocanın notlarına ve yorumlarına bakıyorsunuz.


Sonra programınızı hazırlayıp http://www.sis.itu.edu.tr/tr/ders_programlari/201210/kayit_tarihleri.htm buradan kayıt tarihiniz ve saatinize bakıyorsunuz.


 Ders kayıt anında ters köşe olmamak için dersin sizin bölümünüze açıldığına emin olun.

12712 / MAL 201/ Malzeme Bilimi / ***/EEB/ Cuma/0930/1229/5302/70/ 0/Yok/ ELH, ELK, KON, TEL /Yok 

Şimdi yukarıdaki tipik bir açılan ders. Birinci sütun dersin kayıt kodu, kayıt olurken sadece bunu kullanacaksınız, sakın yanlış yazmayın.İkinci sütun dersin kodu ve 3. sütun da adı, bariz. 4. sütunda dersi veren hocanın adı yazar. Eğer yazmıyorlarsa ya henüz belli değildir kimin vereceği ya da popüler hocalara yığılma olmasın diye vermiyorlardır. 5. sütun dersin verileceği binanın kodu. Buradan bina kodlarına ulaşabilirsiniz http://www.sis.itu.edu.tr/tr/sistem/bina_kodlari.html . 6. sütun dersin günü. 7. sütun dersin verileceği saat aralığı. 12.29 da bitmesinin sebebi 12.30 da başlayan bir dersi almanıza engel olmaması. 8. sütun dersin verileceği sınıfın numarası. Bunlar he fakültede farklıdır. Elektrik-Elektronikte 4105 formatında iken İnşaatta A201 formatındadır. 9. sütun açılan kontenjan miktarı yanındaki de dolmuş olan kontenjan miktarı. 11. sütun çok güzemli ve özel bir sütun, onunla işiniz yok. 12. sütun en önemli sütunlardan birisi, dersi alabilen bölümlerin kodları. Mesela programınızda Malzeme 201 dersi olabilir ama yanında bölümünüzün kodu yoksa o dönem alamazsınız, sonraki dönemleri beklemeniz gerekir. Bölüm kodları için http://www.sis.itu.edu.tr/tr/sistem/fak_bol_kodlari.html . Son sütun ise ön şartlar. Bazı dersleri alabilmek için bazı ön şartlar vardır. Mesela Mat102 dersini alabilmek için Mat101 dersinden en az FF almış olmanız gerekir.Yani kalmış da olsanız en az bir kere o dersi almış olmanız gerekir.
 

Sonra şans getirdiğine inandığınız her şeyi yapıp hızlı bir internet bağlantısı arıyorsunuz o gün kullanmak için.




Not: Hocalar hakkındaki yorumlara bakmayın geçen dönemlerdeki hocanın verdiği notları gösteren grafiğe bakın. İTÜ'de sevilen hocalara olan yoğunluğu azaltmak için pek de sevilmeyen hocalar hakkında yalan yanlış iyi yorumlar yapan insanlar var. Bir arkadaşım istediği hocanın kontenjanı dolmasın diye alternatifi hakkında üşenmeden 50-60 farklı isimde iyi yorumlar yazmış. Ama grafikler yalan söylemez.






Captain out !

Bir başka SİS felaketi !

Melabalar,


Sizlere irregular olmamak konusunda bahsettiğim şeylerin hepsini hatırlayıp ona göre devam edin demek istiyorum. Bu uyarımı sakın ama sakın unutmayın !


Irregular olarak son 3 dönemim kaldı ve almam gereken derslerin hemen hemen hiç birisi açılmadığı için şu anda okulum bir dönem uzayacak gibi görünüyor.


Açılan derslere baktığımda hiç bir dersin açılmadığını veya benim bölümüme açılmadığını görüyorum. 20 kredi almam gerekirken tüm zorlamalara rağmen 15 kredi alabildim. Kalan 5 kredi için yaz okulu yapmam veya okulu uzatmam gerekecek. Tabi önümdeki 2 dönemde de benzer bir durum olmazsa. Yine de umut kesmemek lazım belki son gün bile açılabilir. Bir kez daha lanet olsun irregular olduğum güne !


Captain out !

23 Ağustos 2011 Salı

Tıp Fakültesi ve Doktorluk

Melabalar,

Bugün size bambaşka birisi tıp okumaktan bahsedecek. Kendisi gördüğüm en çalışkan insanlardan birisi. Kendisi henüz ünlü ve zengin bir doktor olmadan, kendisine ulaşmak kolayken hemen konuşup sizlere yol göstermesini istedim. Enjoy !

Tıp defteri:)

Birçok ailenin çocuğu üzerindeki hayali ve bir çoğumuzun küçüklükten beri arzusu olan meslek: doktorluk...Ve tabi ki bu da eşittir tıp okumak. Bazılarımızın küçüklüğünden beri kafasındadır burada olmak ama bazılarımız da ailelerimizin itelemeleri, istekleri doğrultusunda bu yolu seçeriz, ki tıp dışında hiçbir meslek dalı için aile coçuğuna bu kadar baskı yapmaz heralde. Ne yazık ki bir öğrenci için bu baskı çok kötü bir durumdur.

Tıp zorlu bir yokuş... Seven için dağcılık gibi bir spor dalı :) Dağcılıktan korkanlar gibi sevmeyenler içinse korku, sıkıntı, kaçamak bakışların yeri...
 Bilindiği gibi 6 yıllık tıp (ki bazı okullarda hazırlıkla beraber 7 yıl) eğitiminden sonra pratisyen hekim olunuyor. Sonrasında ilerlemek isteyenler için TUS dediğimiz bir sınav var. Bu sınavı kazananları 4-5 yıllık asistanlık dönemi bekliyor. Sonrasında yardımcı doçentlik, doçentlik, profluk... Böylece geçer yıllarr... :)
Gerçekten uzun bir yol.ama mesleğin devlet güvencesinde olması, 6 yıllık eğitimden sonra sınavsız atama yapılıyor olması mesleğin cazip görülme taraflarından en önemlisi belki de. Gerçi birkaç yıl sonra şu anki birçok öğretmen arkadaşlarımız gibi doktor arkadaşlarımızın da atama beklediği günler geleceği görüşündeyim. Öğretim üyesi yetersizliğine bakılmaksızın açılan üniversitelerdeki tıp fakülteleri bunun bir göstergesi değil mi ?

Gelelim şu ünlü 6 yıla.. :) Tıp eğitiminin ilk 3 yılının lise sıralarındaki halimizden pek farkı yok bence. Otur ve ders dinle metodu... Gerçi pdö sistem ve entegre sistem arasında farklar yok değil. Pdö öğrencinin daha aktif olduğu bir sistem. Öğrenci konuya hazırlanıp geliyor ve konuyu anlatıyor, diğer öğrencilerle tartışıyor. Öğretim üyeleri izleyip not veriyor. Böylece öğretim üyelerinden güzelce ders dinlemek hayal oluyor. Entegre sistemde ise öğretim üyesi anlatıyor sen dinliyorsun. Tabii birçok ders arka arkaya olunca zamanla uyku baskınları kol geziyor ortalarda :)) İki sistemi ortak olarak uygulayan üniversitelerimiz de var bu arada. Her neyse şunu 
söylemeliyim ki çalışan, azimli, ne istediğini bilen biri için sistemin bir önemi yok aslında. Her yerde aynı kitaplara çalışıyorsun sonuçta. Tıp dili ortak...

İlk 3 seneyi entegre olarak okuyan biri olarak bazen sınıfta oturmaktan sıkılsam da (tabi ki de arada laboratuvar dersleri de var) memnunum. Sınıfta önemli bilgileri hocalardan tekrar tekrar dinlemenin gerekli olduğu görüşündeyim. Tıp ne kadar öğreneceksiniz dense de ezber olmadan asla olmaz.1.sınıfta kemiklerin isimlerini ezberlemeye çalışırken bunalmaların sonucu olarak 'nerden tıp yazdım. off.. aptal kafam...bunlar ezberlenmez ki' desek, ağlayıp sızlasak da zamanla insanoğlunun ezber kapasitesini  arttırdığı kesin. Beyin öyle bir şey ki bir alıştı mı daha zor şeyleri daha kısa zamanda ezberleyebiliyor (yani 1.sınıftayken 3.sınıf notlarına bakıp kesin kalıcam demek yanlış :))

1. sınıfta iki saatte ezberleyebildiğn bir konuyu 2. sınıfta yarım saatte kafaya oturtuyorsun. 4. ve 5. sınıfta stajlar var. İlk üç yılda öğrendiğin konuları hastalar üzerinde görmeye başlıyorsun. Artık 'stajyer doktor' diye bir ismin oluyor (yaşasınn ismimm varr!) ve hastalarla konuşuyor, onların derdini dinleyip olaya nasıl yaklaşman gerektiğini öğreniyorsun. Açıkçası ilk üç seneden daha eğlenceli yılların başlamış oluyor, çömezlikte 
kalmıyor artık :)) Hastalarla yaşadığın birçok anın anlatılmaya hazır bekliyor... Bu aşamada asistan doktorların ne sıkıntılar çektiğini (tabii birkaç tane olan rahat bölümlerdekiler hariç) tüm işlerin onların üzerinde olduğunu, ancak profesör olursan rahat bir nefes alabileceğini görüyorsun :)

6. sınıfta 'intörn doktor'sun. Nöbetler, kan almak, sonda takmak, anamnezleri (hasta bilgileri) bilgisayara geçmek artık senin görevin. Yani bir tür amele işçisisin :P Şaka bir yana çok şey öğreniyorsun ama nöbetlerin de eklenmesi (zorlu stajlarda 3 günde 1) insanı çok zorluyor. Bir de uzmanlık istiyorsan TUS'a çalışman lazım tabii...

4. sınıftan başlayarak 6.sınıfın sonuna kadar her tıpçının kendine sorduğu sorular vardır: 'gerçekten yeterli eğitim aldım mı?', 'insanlara zarar vermeden onlara yeteri kadar yardım edebilecek miyim?', 'ya yanlış bir şey yaparsam?'... Bu soruların cevabı verilebilir mi bilmiyorum. Verilse bile bu asla net bir cevap olamaz. Çünkü bilgi çok ve sen bir insansın. En önemlisi de insanın en kıymet verdiğine, sağlığına hizmet veriyorsun. Bir hatan bir cana mal olabilir. Bunu düşününce ve işin gerçeklerini kavrayınca nasıl bir sorumluluğun olduğunu anlıyorsun.Vveee evet sen artık olayın içindesin!!! Sen bir doktorsun!!... Her gün hastanede olmak, her gün birçok hasta insan görmek... Bazen hasta yakınları tarafından hırpalanmak... Devletin her gün çıkardığı yasalara karşı direnmek... Amaaaa sonucunda bir insanı iyileştirebilmek, ona yardım edebilmek... Teraziye koyarsak ne taraf ağır basar yorum senin...

Veeee tıp okurken hep hasta olmak :)) Tıp öğrencilerinin çoğunu bir hastalığı var: kendine hastalıklar yakıştırmak... Herhangi bir yeri ağrısa 'ayy ya kötü hastalığa yakalandıysam, acaba bende şu hastalık mı var, ya bende böyle belirti gösterdiyse...'. Kafanda yazarsın da yazarsın... Hiçbir şeyin yokken böyle şeyler düşünmek yıpratıcı. Bilmiyorum zamanla geçer mi, bende 4.sınıfta başladı, hala var :P (bu arada 5.sınıftayım) Arkadaşlar, bu kadar laftan sonra şunu söylemek isterim ki hiçbir şey dışarıdan görüldüğü, söylendiği gibi toz pembe değil ve cok kötüde değil.işin içine girince anlaşılıyor her bir şey. Tıpçıların da mutlu olduğu şeyler gibi ve mutsuz olduğu şeyler de var. Gerçi her meslek böyle değil mi zaten? Önemli olan seçtiğin dalı isteyerek, severek yapmak. Bu şekilde işini yapan birinin, karşılığını her türlü alacağına inanıyorum (işini ne kadar seversen o kadar gülümsersin, ne kadar gülümsersen o kadar karşılık görürsün). O yüzden tıp isteyenler gerçekten istedikleri ve sevecekleri için aramıza gelsinler...

Bazen kendime soruyorum: 'tekrar sınava girsem ne yazardım acaba?' diye ve her soruşumda yanıtım aynı: tıppp...O zaman anlıyorum ki doğru yerdeyim :P yüzümde kocaman bir gülümseme :D Evettt!!! Doğru yerdeyim ve sizleri de beklerimm....


Captain out !







Sizden Geri Dönüş Bekliyorum

Melabalar,

Serbest Kürsü'yü kurarken en önemli sebebim üniversite seçimi yapacak öğrencilere verilen bilgilerin taraflı ve yetersiz olmasından duyduğum rahatsızlıktı. Bu sebeple olabildiğince tarafsız veya farklı görüşlerden insanlardan yorumlar ve yazılar almaya çalışıyorum. Fakat daha faydalı olabilmek için sizden bir ricam var: Serbest Kürsü'de değinilmesini istediğiniz konular, ya da yayınlanmasını istediğiniz bilgiler, şu şöyle olsa çok faydalı olur diyeceğiniz tavsiyeleri bana gönderirseniz çok sevinirim ve bu konuda elimden geleni yapmaya çalışırım.

Mail adresi: kursubaskani@gmail.com

Teşekkür ettim. Umarım sınav sonuçlarınız umduğunuz gibidir. Olmasa ne var ki !? Havalar çok güzel çıkın eğlenmenize bakın !

Kadir Has Üniversitesi'nden Bir Elektronik Mühendisi Adayı

Melabalar,

Sizlere olabildiğince geniş alanlardan kaynaklar sunmaya çalışıyorum çünkü hayatınızda önemli bir seçim olan üniversite ve çalışma alanı seçiminde bütün olasılıklarınızı değerlendirmeniz hepinizin yararına olacaktır. Örneğin ben liselere giriş sınavına hazırlanırken Haydarpaşa, Robert gibi "Fen Lisesi" olmayan ama yine de çok iyi olan seçeneklerim olduğunu bilmiyordum. Neyse konumuza dönelim. Bu seferki yazıyı da Kadir Has Üniversitesi'nde elektronik mühendisliği okuyan ve belki mühendisliğe en içten şekilde gönül veren insanlardan birinden istedim. Çok güzel bir yazı hazırlamış Kadir Has düşünenler ve düşünmeyenler için. Buyrun...

Merhaba arkadaşlar. Sizlere Kadir Has Üniversitesi'nden, mühendislik fakültesi ve özellikle elektronik mühendisliğinden bahsedeceğim.
Öncelikle Kadir Has Üniversitesi, görece yeni kurulmuş sayılabilecek bir vakıf üniversitesi. Rahmetli işadamı Kadir Has tarafından kurulmuş olan Kadir Has vakfına bağlı. İstanbul'un neredeyse göbeği sayılabilecek bir yerde, Haliç'e sıfır konumda bir binası var. Eskiden bu bina, hatta çok eskiden, tütün fabrikasıymış. Ardından kullanımdan çıkmış ve Kadir Has'a üniversite binası olarak verilmiş. Bina Kadir Has tarafından özüne bağlı kalınarak restore edilmiş ki bu konuda aldığı ödüller var. Yani bina oldukça güzel. Sınıflarda binanın eski halinden kalma tuğlalı kısımlar duruyor. Üstelik Binanın altında bir Bizans sarnıcı var ve kantinin orta yerindeki bir cam vasıtasıyla bu aşağıdaki yeri görebiliyorsunuz. Ha keza zaten o kısma inilebiliyor şu anda çünkü üniversitenin içerisinde Rezan Has müzesi var. Ancak henüz sarnıç kısmı görücüye açık değil, hala çalışma devam ediyor. Müze belki bazı insanların ilgisini çekmeyebilir ancak tarihle ilgisi olan insanlar için bulunmaz nimet gibi. Çünkü müze eski dönemlerden kalma günlük eşyalar içeriyor çoğunlukla. Ve bunların hepsi de Bizans mahseninin içerisinde gösterimde... Ayrıca dönem dönem eski dönemlere ait çeşitli sergiler de yapılıyor. Örneğin ben en son gittiğimde eski dönemlere ait yazılar ile ilgili bir sergi vardı. Bunun yanı sıra, fabrikada kullanılmış olan çeşitli araçlar da küçük camekanlar içerisinde çeşitli yerlerde gösterimde. Hatta fabrikada üretilmiş olan sigaralar ve purolar bile gösterimde.

Ancak bununla birlikte üniversitenin, herkes tarafından sevilmeyecek özellikleri de var. Kadir Has Üniversitesi bir şehir üniversitesi. Yani Almanya'daki üniversiteler gibi, şehrin içerisindeki bir bina konumunda. Bina oldukça büyük, yani bütün dört yıllık bölümlerin hepsini kapsayabilecek kadar büyük ancak yine de oturup yayılabileceğiniz çayır, çimen bulamayacaksınız. Bunun ancak bir de iyi yanı var ki, şehrin ortasındasınız ve her yere yakınsınız. Biz ara sıra Taksim'e yemek yemeye bile gidiyorduk bir saatlik ara içerisinde.

Ben açıkçası çayırlara uzanıp bira içmeyi tercih ederim ancak benim gibi biri için bile çok büyük bir eksik olmadı bu. Ha aklıma gelmişken, fakültelerin bir arada olması olayı da var. Yani hazırlıkta birlikte olduğunuz arkadaşlarınızı rahatlıkla bulabilirsiniz.

Şimdi mühendislik fakültesi ve elektronik mühendisliği bölümü hakkında bir şeyler yazayım. Öncelikle gördüğüm kadarıyla, okuldaki en sağlam akademik kadro elektronik mühendisliği bölümünde. Efsane isimler var gerçekten Kadir Has Üniversite'sinde. Abdülkadir Özdeğer gibi... Ayşe Hümeyra Bilge gibi... Arif Selçuk Öğrenci, Önder Pekcan, Feza Kerestecioğlu gibi... Bu değerli öğretim üyelerimizin hepsi elektronikçi veya elektronik bölümü derslerine giren matematik-fizik profesörleri. Çoğu İTÜ ve Boğaziçi çıkışlı. İsterseniz araştırabilirsiniz kendiniz de.

Peki diğer mühendislik bölümleri kıötü mü... Hayır tabi ki. Örneğin Ziya Soyuçok gibi mükemmel bir insan endüstri mühendisliği matematik derslerine giriyor. Ancak ben elektronikçi olduğum için tabi ki en çok kendi bölümüm hakkında bilgi sahibiyim.

Benim üniversitem ile ilgili en çok sevdiğim şey şu oldu hep: Bilgi sahibi olmak isteyen, bölümüyle dersleriyle ilgili olan insanlar asla akademik kadro tarafından geri çevirilmiyor. Aksine... Destekleniyor, ilgi görüyor. Ve bunun bilimsel tabanlı olması benim en çok hoşuma giden şey. Yani aynı filmlerde gördüğünüz gibi, az biraz ilgi ile kendinizi çeşitli projeler içerisinde bulabilirsiniz. Profesörlerle billimsel teoriler tartışırken, onlarla BİRLİKTE, adım adım projeler yaparken, gerek teorik gerek pratik alanda duyulan haz hiçbir şeyde yok.

Elektronik mühendisliğinin kendisine dönersek... Bu konu biraz daha çetrefilli gerçekten. Temel mühendislik dallarının hepsi zordur aslında. Zorluklarının alanları farklıdır ancak. Elektronik mühendisliği diğer alanlara göre daha çok matematik ister. Yani daha teorik tabandadır ancak tasarım için teknik çizim gibi bir şeye ihtiyacınız olmayacak. Elektromanyetik teori için çok değişkenli fonksiyonların analizini bilmeniz gerekecek. Her ne kadar bu alan diferansiyel denklemler ile zorluk açısından HEP tartışıldıysa da, fazla matematik fazla zorluk demek. Ancak dersleriyle ilgili olan, bölümünü seven ve yaptığı işin farkında olan hiçbir öğrencinin ben başaramayacağına inanmıyorum şahsen. Kısacası, bölümü düşünen arkadaşlara benim tavsiyem, öncelikle bölümü okuyanlardan bölümün içeriğini biraz daha yakından görmeleri, ardından kendilerini bölümü sevip sevemeyecekleri konusunda sorgulamalarıdır. Mühendisliklerin neredeyse hepsinde geçerlidir, yalnızca iş olanakları olarak düşünürseniz dört sene işkence çekersiniz. Her şeyden önce, mühendislik tercih edecek olan öğrencilerin, kendilerini mühendisliğe hazırlamaları gerekiyor. Sizler, yani mühendis adayları, siz alanınızla ilgili yalnıca teorik bilgiye sahip olmayacaksınız. Sizler HER ŞEYİ bilmekle yükümlüsünüz çünkü sizin işiniz ÜRETMEK, ÜRETMEK, ÜRETMEK... Bilim adamları teorik alanda çalışmalar yaparken ve size kullanacağınız bilgi havuzunu sunarken, siz hem bunları öğreneceksiniz ve hem de bunları kullanıp ne üretebilirim diye düşüneceksiniz. Yani bu işin aynı zamanda, ekonomik, ergonomik, sürerlilik gibi yönleri de var ki, her zaman elinizdeki ürünü iyileştirmek durumunda da kalacaksınız.

Şimdiden ben herkese başarılar dilerim. Ülkemizin ve hatta dünyanın genel olarak, kaliteli mühendislere ihtiyacı var. Umarım hepiniz gurur duyacağınız işler yaparsınız...


Umarım faydalı bulacağınız bir yazı olmuştur. Devamı gelecek.

Captain out !

20 Ağustos 2011 Cumartesi

İTÜ'de Bölümlerin Ders Programları

Melabalar,

Bu sefer daha çok yeni girenlerin işine yarayacak bir şeyden bahsetmek istiyorum. Ders programları. Eğer SİS sitesini kurcalamadıysanız fark etmemişsinizdir fakat orada bütün bölümlerin alacakları derslerin planları bulunmakta. http://www.sis.itu.edu.tr/ sayfasına girdikten sonra açılan sayfada Ders Planları linkine tıkladığınızda fakültenizi ve bölümünüzü seçtikten sonra sizden dönem seçmenizi isteyecek. Sizin döneminiz okula giriş döneminiz. Ne farkı var her sene aynı değil mi derseniz, değil. Her sene hocalar toplanır yeni dersler eklerler, çıkartırlar, mevcut derslerin konularını, kapsamlarını değiştirirler. Bu yüzden döneminiz önemlidir. Eskiden benim bölümümde organik kimya açıkken artık çok da fazla gerek olmadığını düşünerek bunu kaldırmışlar mesela.
Programdan parça
Mesela yukarıda Telekomünikasyon Mühendisliği Programının ilk dönem programı var. İlk satırdaki kod dersin kodu. 101 kodlu dersler genellikle giriş dersleridir. Ayrıca istisnalar dahilinde genllikle 100 kodlular ilk sene 200 kodlular ikinci sene vs. diye gider. Bir 102 dersinin şartı büyük ihtimalle o dersin önceki seviyesi olan 101 dersini vermenizdir. Mesela MAT101 dersini vermeden sonraki dönemki MAT 102 dersini alamazsınız. Bazı bölümler ise MAT101'den sonra MAT 103 alır örneğin. 

Ders kodunun sonundaki E harfi o dersin İngilizce olduğunu belirtir. Fark etmişsinizdir E kodlu derslerin yanındaki adı ingilizcedir. Bu dersler ingilizce işlenir, anlatılır ve sınavları da ingilizcedir. Açıkçası teknik derslerin İngilizce olması çok da sorun olmuyor çünkü sin(x)'in integrali ingilizcede de çok farklı değil sonuçta. 

 Derslerin yanında kredi değerleri yazar. Diğer yazılarımı okuduysanız biliyorsunuz ki okulu bitirmenin şartı belirli bir sayıda kredi vermek. Sadece herhangi derslerin değil sizin dönem programınızdaki derslerin kredilerini vermek. Örneğin ben kalkıp programımda olmayan bir dersi alamaz mıyım ? Sistem izin vermiyor ama dilekçeyle almanız mümkün fakat sizi mezuniyetinize yaklaştırmaz sadece eğlenirsiniz. 

Bunların yanındaki Ders sütunu ise dersin haftada kaç saat işleneceğini anlatır. 3 saatlik dersler ve daha aşağısı genellikle tek günde yapılır, peşpeşe 3 saate girer pelteye dönmüş bir şekilde diğer derse gidersiniz. 4 saatlik dersleri genellikle iki güne ayırsalar da, ENTAS bölümünde 5 saatlik derslerin tek günde işlendiğini biliyorum ama onların dersleri atölyelerde bayram havasında geçtiğinden çok da sıkıntı olmasa gerek. Lab. dersi anlayacağınız üzere laboratuvar dersi. saatinin olmamasının sebebi dersinin olmaması. Tamamen deney yapmak üzerine dersler bunlar. 2 saat laboratuvar süresi dese de size deney başına süre veriyorlar ve bitirince gidebiliyorsunuz.

Türü sütünunda dersin türü belirtiliyor. Temel Bilim, Mühendislik Temelleri, İnsan Toplum Bilimi... gibi.

Z/S sütunu dersin zorunlu mu seçmeli mi olduğunu gösteriyor. Bazı seçmeli dersleriniz olacak. Malesef bunda seçmeme hakkınız yok ama size sunulan 6-7 dersten istediğiniz bir tanesini seçebiliyorsunuz. İşin kötü yanı bazen bunlardan birden fazlası ilgilinizi çekiyor ama birini seçebiliyorsunuz. Daha içler acısı olanıysa 6-7 dersten sadece bir tanesini açıyorlar o dönem. Eliniz mecbur onu seçiyorsunuz. Modern Fizik dersini kaç dönemdir almak istememe rağmen açılmadı. Ben de başka bir ders seçmek zorunda kaldım mesela.

Yarıyıl kısmının kendini açıkladığını düşünüyorum. O yüzden gelelim ingilizceye... Fark ettiyseniz İngilizce dersi  interaktif bir link. Bunun sebebi zorunlu olsa da ikisinden birini seçebileceğiniz. Linke tıkladığınızda:   
şeklinde bir tablo göreceksiniz. Bunu İngilizce hakkındaki yazımda açıklamıştım. Hazırlık geçiş sınavında belirli bir puanın üstünü alanlar ING 102, altını alanlar ise ING 101 dersini alıyorlar.

Bunun haricinde bir diğer önemli nokta ise %30 İngilizce alan öğrenciler için. ING 101,102,103... derslerinin sonunda E kodu olmamasına rağmen İngilizce kredi sayılıyorlar bilginize.

Sanırım bu kadar bilgi şimdilik fena değil. Her zamanki gibi aklıma gelen şeyleri ekleyeceğim.

Captain out ! 

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinden...

 Melabalar,

Sonunda geri dönebildim. Döner dönmez yine bir arkadaşımdan yazı rica ettim. Kırmadı beni. Aşağıdaki satırlar Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan ve tıp okumuş bir aileden gelen bir arkadaşım tarafından kaleme alınmıştır. Tadını çıkarın.

Adı üstünde “tıp” olduğu için bir kısım öğrencisinin inek olduğu bir bölümden bahsedeceğim size. Ama gerçekten sadece bir kısmı öyle. Gözünüz korkmasın. Fakülte üniversiteden daha eski. Önce tıp fakültesi kurulmuş, sonra etrafında kampus gelişmiş. Yani evet, bir kampüs var. Tatil köyü gibi; göl, çiçek, yeşillik… İşin turistik kısmını hallettikten sonra bölüme geçebiliriz. Şehir Antalya olsa da diğer bölümler kadar gezemiyoruz. Tavsiyem 1 sene kaybetmeyi göze alıp hazırlık okumanız. İngilizceye yararı çok olmasa da hem ortama ısınmayı sağlıyor hem de çevreyi rahat rahat tanıyorsunuz. Hiç pişman değilim hazırlık sınıfından, pişman olanı da duymadım.1.sınıftan itibarense az ama doya doya gezmeye alışın. Üniversite topluluklarını tavsiye ederim sosyalleşmek için. Seçenekler ve olanaklar çok. Tıp fakültelerinde tam olarak bir ortak sistem yok. Sadece hocaya dayalı, sadece öğrenciye dayalı ya da karma sistem uygulanabiliyor. Akdeniz tıp karma eğitim vermekte. İlk 2 sene pdö olarak kısaltılmış bir probleme dayalı öğrenim uygulaması var. Bir hafta içinde verilen bilgilerle hastanın hastalığını, nasıl tedavi edildiğini öğreniyorsunuz. Genelde Pazartesi, Çarşamba, Cuma oluyor pdö oturumları. Dolayısıyla hafta içi 2 gün tatil var denebilir. Yine 1. Sınıfta SSP (sosyal sorumluluk projesi), 2. Sınıfta ÖÇM (özel çalışma modülü) saatleri var. Proje ya da konu seçip onun hakkında araştırmalar, çalışmalar yapılıyor. İlgini çeken konuyu seçmek önemli ama gezebileceğiniz konuları seçerseniz hem ders hem gezi olur. Geri kalan kısım genelde anfide işlenen teorik dersler. Bazı hocaların derslerine genel olarak katılım olmasa da diğerlerine dayanabildiğinizce katılın. 45 dk’dan akılda kalan 1 dk’lık cümle çok yararlı olabiliyor. Dersler slaytlar üzerinden işleniyor. Onlara çalışmak da yeterli olur sınavlar için. Bir de pratik derslerimiz var tabi ki. Tıp fakültesi olunca en merakla beklenen ders anatomi pratikleri. Eh bu da kadavra demek. Kadavralarda korkulacak bir şey yok. Atlaslar (Sanırım vücut atlası) ve hocalardan kaçak çekilen videolar sayesinde hallediliyor. Özellikle videolara çok dua edeceksiniz. Ama yaz tatilinde bilgileri sıfırladığım için biyofizik pratiklerinde daha çok zorlanmıştım ben. Lise bilgileri, fizik ve organik kimya yakanı bırakmıyor yani. Diğer fakültelerden farklı olarak Türkiye'de 9 üniversitenin aldığı bir belge sayesinde diplomamız her yerde geçerli hale geldi. Daha üniversite eğitimimin 3’te 1’i bitti, staj dönemi, yani hastane hayatı hakkında yorum yapamıyorum. Dediğim gibi teorik dersler ve onların pratikleriyle geçen ilk 3 senede, dersler 1-1,5 aylık periyotlar (komite deniyor bunlara) halinde oluyor. Bu sürede bir çok ders (fizyoloji, anatomi, tıbbi biyoloji ve genetik vs.) alıp bunların hepsinden sınava giriyoruz. Yılın sonunda bunların hepsinden finale giriyoruz. Komite ve final sınavları test şeklinde uygulanıyor. Pratik sınavlarıysa dersine göre farklılık gösteriyor. Klinik tıp dersleri her sene ağırlığını yavaş yavaş arttırıyor. Komitelerde konuları öğrenmeye bakın. Finalde çok zorluk çekmeyin. Ses kayıt cihazı ve flash bellek edinmelisiniz. Evde zaman kaybı gibi görünse de not tutmaya yetişilmediğinde (ya da canınız istemediğinde) büyük bir kurtarıcı oluyor. Flash bellek de bol bol virüslü okul bilgisayarlarından ders slaytlarını almak için gerekli. Yani bir de bilgisayarınıza virüs koruma ,temizleme programı yüklemek lazım. Fakültenin kendi fotokopicisi var. Eski notlar sizi bir çok yükten kurtarabiliyor. Son olarak soru sormaktan korkmayın. Bu biraz klişe ama sırf bu yüzden Antalya sıcağında öğlen 12'de kampüsün içinde gezip durmuştum. Sorup, hocalardan alınan ekstra bilgiler de aniden aydınlanma sağlayabiliyor.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Yoğun dönem... Çok yoğun dönem...

Melabalar,

Uzun zamandır ilgilenemedim Serbest Kürsü ile çok yoğun bir dönemdi. Bir yandan çift staj, bir yandan ev taşıma... İnternetim bile yeni bağlandı. Bu haftadan tezi yok yeniden yazılarıma başlıyorum. Özellikle bu önemli dönemde ara vermek zorunda kaldığım için özür diler affınıza sığınırım.

Captain out !

27 Haziran 2011 Pazartesi

İTÜ ve ders seçimi

Melabalar,


Bugün size İTÜ'ye yeni gelenlere çok faydalı olacak bilgiler vereceğim. İTÜ SİS ! Yani İTÜ'nün Öğrenci Otomasyonu Sistemi. Kendisi burada: http://www.sis.itu.edu.tr/index.php


Sis hakkında bazı ufak bilgiler önce. Sis şifrelerizi kaybederseniz çok üzülürsünüz. Nitekim notlarınızı buradan öğrendiğiniz gibi her dönem yeni derslerinizi buradan alırsınız. Bunun haricinde kişisel bilgileriniz, resmi olarak kaçıncı sınıf olduğunuz, ayrıntılı ve özet ders programlarınıza ve bölümünüzü bitirmek için hangi dersleri almanız gerektiğine buradan bakabilirsiniz.

Sis'in en büyük özelliği ders seçim zamanlarında kilitlenmesidir. Yaklaşık 25 bin İTÜ öğrencisine 1-2 hafta öncesinden SİS üzerinden önümüzdeki dönem hangi derslerin açılacağı duyurulur. Bunlar liste halindedir. Hangi hoca, hangi dersi, hangi gün, hangi saatte ve hangi binada açıyor. Siz dersler açıklandıktan sonra Sis'e girerek bölümünüzün ders planına bakarsınız. Burada mezun olabilmek için almak zorunda olduğunuz derslerin bir listesi bulunur. Her dersin kredi değerleri ve kısaltmaları da yanlarında yazar. Siz saatlerinizi harcayarak kendinize bir program yaparsınız. Puzzle yapmak gibidir. Haftayı uygun saatlerdeki derslerle doldurursunuz. Bu sırada en büyük kilitlenmeyi Teknik Forum sitesi yaşar (http://www.teknikforum.com/default.php). Bunun temel sebebi Teknik Forum'da İTÜ'deki bütün hocalar hakkında bir konu vardır. Öğrenciler hocalara puan verir ve hakkında yorum yaparlar. Öğrenciler buradan hangi hocaların ders işleme tarzlarının kendilerine daha uygun olduğunu seçerler (daha samimi olursak hangi hocalar yoklama alır, hangilerinin sınavları kolay notu boldur, dersi sıkıcı mıdır). Böylece aynı bölüm ve dönemdeki hemen hemen herkes aynı popüler hocaları planlarına ekler fakat her hocanın belirli bir kontenjanı olduğundan yedek bir plan yapmak her zaman akıllıcadır. İstediğiniz her dersi alamama ihtimali olduğundan yerine alternatiflerini ayarlamak çok faydalıdır.

Sonra o gün gelir. Ders kayıt günü... 25 bin kişi sisteme yüklenir ( idi. Artık biraz değişti. Aşağıda anlatacağım.). Sayfa kilitlenir. Kimi insanlar şifre ekranını görebilmek için bile saatlerce beklerler. Bazı uyanıklar yarım saat önceden sisteme girerler ki bir adım önde başlasınlar (size bir tavsiye sistemde bir süre hiç bir işlem yapmazsanız sistemden atılıyorsunuz. O yüzden içeride bekleyecekseniz arada bir menüde gezinin). İnsanlar 10 dakika önceden ders almaya çalışmaya başlarlar. Kimisi zamanı gelince direkt alır dersini hiç bir zorluk yaşamadan (şanslı mahlukatlar...) kimileri sistem sayfasını yüklemeye çalışırken almak istedikleri derslerin kontenjanlarının gözlerinin önünde eriyip gitmesini izlerler panik içinde. İşte burada devreye yedek planınız girer çünkü zaten kilitlenmiş olan sistemde istediğinizi bir dersin kontenjanı dolduysa, kalkıp ders planınıza bakıp, hala kilitli olan teknik forumdan hoca seçip, o dersin kodunu öğrenip kayıt olmanız çok zahmetli ve riskli bir iştir.

 Yeni gelenlerin gözlerini korkutmayayım hemen ilk sene ilk kez ders alacaklara bir kıyak çekilir ve sisteme herkesten 2-3 gün önce girmelerine izin verilir. Böylece ne sistem kilitlenir ne dersler dolar, rahat rahat alır çıkarsınız.

Peki oldu ya alamadınız ne olacak ? Yerine doldurabileceğiniz bir ders var mı ? Varsa onu almaya çalışacaksınız. O da mı olmadı ? Ders seçimleri bir süre açık kalacak ve bazı derslerin kontenjanı arttırılacak. Siz de iki gün boyunca bir-iki saatte bir acaba artmış mı diye bilgisayar başından kalkmayacaksınız. O da mı olmadı ? Dersi alan birisinin vazgeçip dersi bırakmasını ve böylece kontenjan açılmasını bekleyeceksiniz. O da mı olmadı ? (Eskiden: Öğrenci işlerine kontenjan arttırımı için dilekçe vereceksiniz dilekçenize bakıp büyük ihtimalle sizi o derse koyacaklar. Fakat dersin çok kalabalık olması veya daha ilk dönemlerinizde olmanız (bknz. daha çoook vaktin var senin alırsın bir ara) gibi sebeplerden alamayabilirsiniz. Artık dilekçe kabul etmiyorlar sistemden alamayanları otomatik tesbit ettiklerini söylüyorlar ama pek bir yararını görmedim daha.) O da mı olmadı ? O halder Add-Drop haftasına bakacaksınız. Okulun ilk haftası Add-Drop haftasıdır. Öğrenciler derslerine giderler. Baktılar programları çok yoğun, dayanamıyorlar ya da hoca bekledikleri gibi değil ya da bu ders kendilerine ağır, erken almışlar ya da daha iyi bir derste kontenjan açıldı. Bu durumlarda ilk hafta boyunca aldığınız 1 dersi bırakıp yerine kontenjanı olan başka bir ders alabiliyorsunuz. İlk hafta sonunda oynamalar olur o yüzden hocalar ciddi konular işlemezler ilk derslerde. İkinci hafta ise sadece drop haftası olmakla beraber bu hafta sadece 1 dersi bırakabilirsiniz yerine başka ders alamazsınız. Alma ve bırakma işlemleriniz için danışman hocanıza başvurmanız gerek. Evet hepinizin birer danışman hocası var. Sistemden kim olduğunu öğrenebileceğiniz hocanıza gidip, ben bunu bırakıp bunu almak istiyorum diyorsunuz, o da hallediyor.


Yeni gelen öğrencilere kıyak olarak artık sistemi onlara erken açmak yerine ilk dönem kayıtlarını otomatik okul yapıyor. Sonraki dönemlerde kendileri devam ediyor kayıt yapmaya. Bunun haricinde önemli iki değişiklikten birisi insanların sınıflarına göre farklı öncelikleri var artık. Yani önce 4. sınıf öğrencileri ders seçiyor. Sonra 3., 2. ve 1. sınıflar ders seçiyorlar. Böylece sisteme yüklenecek öğrenci sayısı 3'e bölünmüş olacak. İkinci önemli değişilik ise Danışman Onay Formu. Derslerinizi seçtikten ve kayıt olduktan sonra sistemden indireceğiniz danışman onay formuna aldığınız derslerin hepsini yazıp danışman hocanıza gidip onaylatmanız gerek. Yoksa kayıtlarınız geçerli olmuyor. İstanbul dışındakilerin danışman hocalarına mail atarak durumu söylemesi sonucu danışmanınız formu mail ile göndermenizi kabul edecektir.

Birkaç ufak not: Eğer kritik bir durum varsa okulunuz uzuyorsa vs. hocalarla görüşüp dilekçe vermeniz gibi durumlar hala sözkonusu. Eğer kontenjan için dilekçe verecekseniz seçmeli dersler yerine, almanızın zorunlu olduğu dersler için verin. Zorunlu derslerin önceliği vardır. Seçmeli ders dilekçelerinizi kabul etmeyeceklerdir büyük ihtimalle.
Eğer okulunuzun uzamasına neden olacaksa alamadığınız bir ders ya da son sınıfsanız bunu belirtin dilekçeyi verirken.
Arkadaşlarınız sizin adınıza dilekçenizi verebilirler.
Her dilekçeyi, dersi açan hocanın fakültesine vermelisiniz. Mesela Olasılık ve İstatikstik Dersini Elektrik-Elektronik Fakültesinden Ali Veli adlı hoca açıyorsa dilekçenizi Matematik Bölümüne değil Elektrik-Elektroniğin Öğrenci İşlerine vereceksiniz.

Captain out !

22 Haziran 2011 Çarşamba

İTÜ ve Endüstri Ürünleri Tasarımı (ENTAS)

 Melabalar,

Öncelikle aşağıdaki yazı benim tarafımdan yazılmamış olup İTÜ'de bir Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü öğrencisinin kaleminden çıkmadır. Bilesiniz dedim.




"Mek-teb-i Tıbbiye-i Şahane…

Önce hastane, ardından kışla, şimdi ise bambaşka bir dünya…
Taşkışla, bulunduğu şehrin bir maskotudur adeta...  Tarihi, farklı kültürleri, yaratıcılığı ve eğlenceyi birbirine karıştıran ortam.
İTÜ’nün diğer kampüslerinden tamamen farklıdır Taşkışla. Bunda Mimarlık fakültesi öğrencilerinin ve eğitim kadrosunun büyük etkisi var tabii ki... Diğer kampüslerden içeri sızan kim olursa olsun “ne garip tipler var yaa” diye söylenti yayar etrafa ki haklıdırlar. Mühendislik okuyan bir öğrenci için anlaması zordur bu kampüsü çünkü aralarında her karede görülebilecek 7'den çok daha fazla fark vardır.

Mesela dersler sınıflarda ve sıralarda değil, atölyelerde veya çatı katında işlenir çoğunlukla. Hocalarla yüz yüze gelir, gözlerinin içine baka baka konuşursunuz. Bazen çok sert konursunuz ama karşınızdaki profesör için de bir birey, değerli bir birey, olduğunuzu hissedersiniz. Saygı içten gelir. Ama kabul, bazen nefret de içten gelir en sert jürilerden sonra… Ama her krizin sonunda aileniz kadar yakın hissedersiniz birbirinizi.

Jüri demişken… Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü öğrencileri proje derslerinde (ki 5 kredi ile en önemli derstir ve kalırsanız mezuniyetiniz uzar) final ya da vize sınavlarıyla not almazlar. “haftaya jürim var”, “jüriyi ertelesek”, “çok sert geçti jüri” cümlelerinin içinde bulunan “JÜRİ”lerde değerlendirilirler. Bölümün bütün öğretim elemanlarının önünde projenizin sunumunu yapmanız gerekir.
Bu  sunumlarda A3 formatındaki sunum paftalarınız (Pafta tam olarak; düşük zeka seviyeli bir insanın bile anlayabileceği netlikte ve düzende hazırlanmış görsel ve yazı kompozisyonudur. Photoshop, Solid Works, Rhinoceros, Maya.. gibi tasarım programlarını kullanırsınız genellikle) jüri masasının önündeki panolara asılır. Karşınızdaki kişilerin tasarladığınız ürünü daha iyi algılayabilmeleri için 1/1 ölçekte hazırlanmış maketinizi de jürinin ellerine bırakırsınız. Giyiminizden ses tonunuza diksiyonunuzdan kullandığınız kelimelere kadar, ikna etmenizi kolaylaştıracak her detaya dikkat ederek 10 dakika içinde jüri üyelerine sunumunuzu yaparsınız. 
Bu ürün neden gerekli, yeni olan ne var, hangi insanların ihtiyacını karşılayacak… ve bunun gibi bir sürü sorunun cevabını sığdırırsınız 10 dakikanın içine. Sunumunuzdan sonra jüri üyeleri sorular sorar “neden bu renk”,  “bu ürün nasıl üretilecek”,  “bu biçime nasıl karar verdin”, “kim böyle bir ürünü almak ister”, “yeni olan ne getirdin”, “maliyeti ne olacak”, “nasıl depolanıp saklanacak”...
Bazen soru formatının dışına çıkılır tabii ki. “Bu ürünün gövdesindeki eğime ihtiyaç yok”, “bu ürün daha küçük olmalıydı”, “ürün dili diye bir şeyden söz etmek mümkün değil”, “düğme yerinin burada olmaması gerekir”, “ısının etki alanını daraltmışsın”, “bu ürün kendini taşımaz ayaklarını zayıflatmışsın” gibi net yorumlar yapılabilir. Bunların bazıları doğrudur veya değildir. Siz bunları “hayır bu tasarımda böyle olmalı çünkü… “ diyebilmeniz ve mantıklı bir sebep öne sürmeniz  gerekir. Ya da gerçekten bir hata vardır ve sizin bunu “haklısınız daha farklı olabilirdi  ama ürünün şu özelliği ile kazandığı değer...” şeklinde geçiştirmeniz gerekir. Hocayla inatlaşırsanız, ki hoca da farkındadır yanlış yaptığınızı anlayıp yine üste çıkmaya çalıştığınızın, işte o zaman ortam gerilir. Sunumlar çok kısa olmalarına rağmen 2 gün uykusuzluk ve yorgunluğun ardından sunum taktiklerini uygulayabilmek, elleriniz kesik içindeyken bile maket yapmaya devam edebilmekten daha zor gelir.


Bu işin en zor yanıydı… Gel gelelim en zevkli aşamasına... Eğer fikriniz iyi, konseptiniz başarılı ve ürününüz geliştirilmişse,  jürinin söyleyeceği övgülerle yere göğe sığamazsınız. Eğer jüride KOBİ (Küçük veya Orta Ölçekli İşletmeler, bildiğiniz piyasa firması) üyesi bulunuyorsa ve ürününüz üretilip piyasaya sürülecekse inanılmaz bir tatmin hissi duyarsınız. Öyle bir psikoloji ki, sanki ürününüz dünyayı kurtarmış, siz ise dünyada teksinizdir.

İş eninde sonunda işinizi sevmeye, kendinizi bu işe vermeye, uykunuzu, zamanınızı ilişkilerinizi gözden çıkarmanıza dayanıyor. Emeğinizi doğru şekilde harcarsanız göklere çıkarılırsınız ama eğer zamanınıza kıyamaz boşlarsanız o jüride yerin dibine de batarsınız. Nitekim ağlayarak çıkan çok öğrenci olur o jürilerden. Karakterle ilgili değil, o melek yüzlü hocaların aslında ne kadar sivri dilli olup onurunuzu kırabileceği ile ilgilidir. Tabii hak ediyorsanız…


Dönem içinde projeden geçerseniz diğer dersleri vermek daha kolaydır artık. Klasik sınav sistemi. Ama yine de çalışmanız gerekir elbette. Ergonomi, Üretim Yöntemleri, Bilgisayar Destekli Tasarım, Sanat Tarihi, Malzeme, Hukuk,  Atölye, Teknik Resim… Bunlar klasik vize- final sınavı sistemiyle geçilir. Ama bu noktada mühendislik okuyan öğrencilerden en büyük fark (ki bu en güzel yanıdır bölümün), öğrendiğiniz hiçbir şey tamamen teorik değildir. Bir dönem öğrendiğiniz konuları sonraki dönem projenizde kullanır, ürününüzün tasarım, üretim veya sunum aşamasında hayata geçirirsiniz. O kadar net ki… Finalden sonraki 3 hafta içinde unutulacak formüller yoktur. Her şey artık sizin eliniz ayağınız gibi bir parçanızdır. Dedim ya işin zevkli yanı... Ahtapot misali her eğitim döneminden sonra 3 kolunuz 2 bacağınız daha çıkar. Piyasaya çıktığınızda kullanabileceğiniz o kadar çok bilginiz olur ki. Ama ürün tasarımı da bunu gerektirir.

Tasarım okunacaksa eğer yaşanılan şehir hayati önem taşır. Çünkü çoklu üretilebilecek ve insanların kullanabilecekleri ürünler tasarlarız. İnsanların alışkanlıkları, kültürleri, değerleri, değişen zevkleri odak noktasıdır. Onları gözlemlemeden, onların farkında bile  olmadıkları alışkanlıklarını fark etmeden tasarım başlamaz. Hiçbir endüstriyel tasarımcı kendisi için tasarım yapamaz. Kendiniz için amatör tasarım yapabilirsiniz ama “ endüstri ürünleri” seri üretim demektir ve siz sadece kendiniz için aynı üründen milyonlarca üretemezsiniz. Binlerce insan bir ürünü alacaksa, hepsinin bu ürünü kullanması için bir sebebi olmalı ve siz bu sebeplerin ortak noktasındaki ihtiyacı belirlemelisiniz.

İstanbul… Kültürlerin kesiştiği kültür merkezi… Tasarım için daha iyi nerede yaşanabilir ki… Bir tasarımcı gerçek anlamda her şeyi görmeli, bilmeli, içinde bulunmalı o eylemin. İşte bunun için en iyi ortam: İstanbul, İstanbul’da bulunan en özgür ortam: Taşkışla…" 






Captain out !

21 Haziran 2011 Salı

Tercih Yapmadan Seçeneklerinizin Hepsini Gözden Geçirin !

Melabalar,

                                                           Umarım okumaya üşenmezsiniz

Ben kendim Fen Lisesi mezunuyum. İTÜ'de okuyorum. Şu andaki aklım olsa başka bir şey seçerdim dediğim oluyor bazen. Bunun en büyük sebebi seçeneklerimin farkında olmamamdı. Kaçınız bir "Satış Mühendisi"nin ne yaptığını biliyor mesela ? Sanki çok sözü edilen meslekler ana, sağlam mesleklermiş diğerleri yan meslekler daha az kaliteli şeylermiş gibi geliyor değil mi ? Bunu tamamen silin kafanızdan.

Öncelikle en çok doktorlar kazanır diye bir şey yok ! En çok kafasını en iyi kullanan kazanır. Fen lisesinden ya doktor ya mühendis çıkar diye bir şey yok ! Fen lisesinden çıkıp avukat da olabilirsiniz. Tamamen sizin istemenize bağlı fakat bunu seçerken hep şu kuşku kalacaktır içinizde: madem avukat olacaktım niye Fen lisesine geldim ? Madem mühendis olacaktım niye Anadolu Öğretmen lisesine geldim ? Bu düşüncelerden tamamen kurtulun. Liseye girerken aklınızda tek bir şey vardı: Puanı yüksek olan yer daha iyidir. Aileleri çok bilinçli olanlara bir şey demiyorum yönlendirmeleri konusunda fakat birçoğunuzun babası ya da annesi sormuştur : Şimdi Fen lisesi mi daha iyi oluyor, Anadolu lisesi mi ? Size değilse bile başkasına. Bu yönlendirmeyle girdiğiniz okul sayesinde bir yola başkoyduğunuzu hissediyorsunuz muhtemelen. Bundan kurtulun. Bu okulu seçerken daha çocuktunuz. Oyun oynamayı seviyordunuz, kariyer planlamayı değil. Avukatlık sizin için çok daha iyi bir meslek olabilir belki de o kadar konuşmayı yeni insanlarla tanışmayı seviyorsunuz ki sizden çok iyi pazarlama müdürü olur.

Hiç bir zaman kariyerinizi bir şey olacağım ve orada kalacağım olarak düşünmeyin. Satış elemanı olursunuz. Sonra zamanla pazarlamada çalışırsınız. Sonra oradan ilerler pazarlama müdürü olursunuz. Oradan belki şirketin hissedarı olur iş adamı haline gelirsiniz. Belki satış elemanı olmaktan sıkılırsınız, çok yorucu olduğuna karar verirsiniz. Gidersiniz dil kursunda 2 yeni dil öğrenirsiniz. Tercümanlığa başlarsınız. Yurtdışında kongrelerde lüks otellerde konaklar günde 3-4 saat çalışırsınız. Üniversitede fark ediyorsunuz ki seçenekleriniz sınırsız ! Çoğunuzun aklındaki düşünce "bir yerde" çalışırım, yani eleman olarak. Biliyor musunuz peki eleman olunca sabah 7'de evden çıkacaksınız ve akşam 6-7 ye kadar yani yaklaşık 12 saat boyunca iş yapacaksınız. Bunu haftanın 5-6 günü Yılın 300 günü (haftasonları ve tatiller) yapacaksınız ara vermeden. Sadece parası için bile dayanamazsınız buna emin olun. Bunun için herkes bas bas bağırıyor mesleğinizi seveceğiniz bir konuda seçin ! Hobinizi mesleğe çevirin. Bilgisayar oyunları oynamayı mı seviyorsunuz ? Oyun sektörü çok gelişmiş durumda. Oyunları deneyen bir "Game tester" olabilirsiniz veya bir oyunun marketing bölümünde yer alıp büyük oyun fuarlarında çalışabilirsiniz. Kışı hiç sevmiyor musunuz ? Yazlık bir yerde otelciliğe başlayabilirsiniz. Belki dalış hocası olursunuz kim bilir ? Bilimsel amaçlı keşif dalışlarına katılırsınız bazen. Kısacası hiç bir meslek sıkıcı değildir sadece size uygunluğu tartışılır.

Mesleğinizi seçmek için başka bir tavsiyem de o mesleği yapan birden fazla kişiyle konuşun. İnternetten aradığınızda çoğu meslek için: analitik düşünme, disiplin, yüksek sosyal beceri... Bu ne !? Zatan konu hakkında bilgisi olmayan birine sadece soyut bilgiler vererek daha da bulandırıyorsun. İşi yapan bilir arkadaş ! Ama dediğim gibi işi yapan kişi de kendine uygun olmayan bir iş seçmiş olabilir. Bu yüzden birden fazla kişiyle konuşmalısınız.

Para konusu... Akıllarda soru işareti var tabi: peki ya para ? Maaş ? Aç kalmayalım sonra. Merak etmeyin. Dediğim gibi kafanızı kullandığınız sürece hiç bir zaman para sıkıntınız olmaz ve paranızı katlarsınız. İşinizi geliştirmeye bakın. Sizin işiniz nerelerde değerlidir. Mısır'da dalgıç çok iş yapamaz ama Antarktika'da da bilgisayar mühendisi çok iş yapamaz. İşinizi nasıl geliştireceğinize bakın. Fikir üretin. Para kazandıran şey iştir fakat servetler iyi fikirlerden doğar. Kimse düzenli maaşla çalışarak zengin olamaz.

Bir başka konu da şu ki kendinizi sınırlamayın. Ben bilgisayar mühendisi olduktan sonra diğer her alana kapanacağım diye bir şey yok. Bilgisayar mühendisi olup bir yandan gitar çalıp müzikle ilgilenebilirsiniz. Bir gün sıkılıp bilgisayarı bırakıp müziğe başlarsınız belki de. Asla mesleğimi seçince başka tüm alanlardan soyutlanacağım diye düşünmeyin. Sizi tutan bir şey olmayacak.

Peki madem bu kadar rahatız meslek konusunda, her sektöre geçebiliyoruz, her istediğimiz olabiliyoruz neden bu kadar önemli üniversite ve bölüm seçmek ? Çünkü birincisi bu size büyük hız kazandıracak. Bölümünüzle istediğiniz meslek uyuşursa üniversite bitince mesleğinizde sıfır olmayacaksınız. İkincisi üniversitede en az 2 yılınız geçecek.Bu kısa bir süre değil ve bu süreyi sıkıldığınız, anlamadığınız veya sevmediğiniz derslerle ödevlerle kendinize zehir etmenizin anlamı yok.

Kısacası bir yol ayrımı bu bölüm seçimi. Bunu yaparken bütün geçmişinizi, eğitiminizi, çevrenizi, ailenizi hatta sizi okutmak için gece gündüz çalışan babanızı, annenizi bile aklınızdan çıkartın. Bu karar sadece sizi etkileyecek. Diğer herkes zamanla susacak, unutacak, bitti gitti diyecek fakat siz bu kararın sonucunu yıllarca taşıyacaksınız. Sadece kendinizi analiz edin. Kendinizi tanıyın. Neleri seversiniz ve sevmezsiniz. Ondan sonra meslekleri elemek kalıyor geriye.

Çok yazdım yine tutamadım kendimi.

Captain out !

İTÜ ve Güzellikler !

Melabalar,

Önceki yazılarıma baktıktan sonra İTÜ'yü kötülüyormuşum gibi bir izlenim verdiğimi fark ettim. Bunu telafi etmek amacıyla İTÜ'nün neden tercih edilmesi gerektiğinden bahsedeceğim.

Öncelikle her şeyden ama her şeyden önce İTÜ İstanbul'a yayılmış bir üniversite. (Buradan sonrası İstanbul'da yaşamayanları ilgilendiriyor, diğerleri geçebilirler bu kısmı). Gümüşsuyu kampüsü Taksim Meydanı'na 5 dk yürüme mesafesinde. Aynı şey Taşkışla kampüsü için de geçerli. Denizcilik fakültesi Tuzla'da olduğu için uzakta kalsa da YDY(Yabancı Diller Yüksekokulu aka Hazırlık binası) Maçka'da (Nişantaşı'na 5 dk yürüme mesafesinde). Maslak kampüsü ise bütün iş merkezlerinin gökdelenlerin arasında Türkiye'nin en büyük kampüslerinden birisi. E peki neden bu kadar önemli bu ? İstanbul tam anlamıyla bir fırsatlar şehri. İstanbul'da olmanın size katacağı tecrübeyi deneyimleri ve özgüveni hiç bir üniversite başaramaz. Büyük çoğunluğunuz mezun olduktan sonra da İstanbul'da yaşamaya devam edecektir çünkü küçük bir şehirde jeoloji mühendisi olarak kaç farklı iş seçeneği bulabilirsiniz bilmiyorum ama İstanbul'dan az olduğu kesin. İTÜ'ye İstanbul için katlanan bir sürü arkadaşım var ve haksız değiller İstanbul uğruna şiirler yazılacak bir şehir.

Bunun haricinde İTÜ tam anlamıyla Araştırma ve Geliştirme odaklı bir üniversite. Başka bir değişle tam anlamıyla mühendis yetiştirme peşinde. Fakat satış mühendisleri, teknik elemanlar, operatörler gelmesin aklınıza mühendis deyince. İTÜ teori, araştırma, keşif, icat etme gibi konularda şahane bir eğitim ortamı. Sadece eğitimle de kalmıyor bu konularda istekliyseniz size çeşit çeşit imkanlar da sunuyorlar. Ar&Ge konusunun kolay olmadığını ve ileri teknik bilgi gerektirdiğini düşünürsek bir nevi kendinizi buna adamanız gerekebilir. Bütün gün denklemler çözmek, hesaplamalar yapmak, türevleri ve 3 katlı interal integralleri toplama çıkartma gibi çözmek hoşunuza gidiyorsa siz Ar&Ge insanısınız, Türkiye biliminin size ihtiyacı var ve İTÜ sizin yuvanız.

İTÜ'de sayıları sürekli artmakta olan Teknopark'larda onlarca firma yeni teknolojilerini geliştiriyorlar. Dünyada benzeri sayılı olan UHUZAM (Uydu Haberleşmesi ve Uzaktan Algılama Merkezi) sayesinde İTÜ'nün uydusu ile uzaydan toplanan görüntüler üzerinde çalışabilirsiniz belki. Ya da Ulusal Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezine girebilir ve rüya gibi sistemlerle çalışabilirsiniz. Bunların yerine İTÜ'nün pek çok laboratuvarını boş zamanlarınızda kendinizi geliştirmek veya araştırma yapmak için bile kullanabilirsiniz gerekli kişilerden izinleri aldıktan sonra tabi ki. Fakat önce bu işlerin size uygun olup olmadığına karar vermelisiniz.

Akademik kısımdan kampüs kısmına geçiyorum. İTÜ'nün en güzel yanlarından birisi İstanbul gibi bir şehirin merkezinde Türkiye'nin en büyük ikinci kampüsüne sahip olması. Üniversite tercihinizi yaparken kesinlikle kampüsü olan bir üniversite tercih edin derim çünkü üniversitede olduğunuzu en çok bu hissettiriyor. Birçok üniversitenin bahçesi bile yok sadece yol kenarında tek bir binadan oluşuyorlar. Şöyle üzerine uzanabileceğiniz çimleri olan arkadaşlarınızla mangal yapabileceğiniz, belki iki bira içip sohbet edebileceğiniz, sessiz bir yer bulup kitap kuş sesleriyle okuyabileceğiniz bir kampüs mükemmeldir.

İTÜ ayrıca festivalleriyle de çok eğlenceli bir yerdir. Bahar şenlikleri ve onun öncesinde İTÜ Rock Fest ile baharda sınavlar öncesi eğlenebileceğiniz kafa dağıtabileceğiniz harika konserleri kaçırmayın derim. Ayrıca oyunlar, yarışmalar, yemek büfeleri ile tam bir şenlik havası oluyor okulda. Gelen sanatçıların kalitesiyle tartışılmaz.

Şimdilik İTÜ'ye olan  övgü yazıma burada ara veriyorum.

Captain out !

16 Haziran 2011 Perşembe

İTÜ'de biraz bürokrasi

Melaba,

Bu sefer İTÜ'de hepinizin elbet karşılaşacağı bürokratik işlemlerden bahsedeyim biraz. Ayrıca artık dilekçe yazmayı öğrenseniz iyi olur. Çünkü siz bir şey istediğinizde sizden ayaküstü dilekçe yazıp vermenizi isteyenler olacaktır.

Kimi kuruluşlardan öğrenci belgesi veya transkriptinizi isteyecekler zaman zaman. Bilmeyenlere söyleyeyim transkript bir nevi karneniz. Üzerinde aldığınız dersler, geçme notlarınız, okulunuzun ne kadarının bittiği, not ortalamanız gibi bilgiler var. Karneden farkı bunu yılda 2 kez değil, her istediğinizde istediğiniz kadar alabilmeniz. Her dönem 3 transkript ve 3 öğrenci belgesini ücretsiz çıkartma hakkınız var. Daha fazlasını isterseniz belge başı 1 ya da 3 liraydı ,tam hatırlamıyorum. Bunları çıkartmak için otomasyona gitmeniz gerekiyor. Otomasyon binası kampüsün ücra bir kısmında. Hatta çoğunuz otomasyona gittiğinizde "Aaa kampüsün yarısını görmüşüm daha !" diyeceksiniz. Otomasyonun çalışma saatlerini iyi ezberleyin çünkü ben ne zaman gitsem yemekte oluyorlar. Otomasyonda pek güler yüzlü olmayan 4-5 görevli sizlerle ilgilenecek. Tabi öncelikle girişin sağındaki kioska öğrenci kimliğinizi yerleştireceksiniz. Daha sonra dokunmatik ekranlı üstün teknoloji kiosktan öğrenci belgesi mi transkript mi istediğinizi belirteceksiniz. Makinenin size verdiği fişi görevlilerden birine verdiğinizde sıraya alınacaksınız. Belgeniz hazır olduğunda adınız okunacak gidip alacaksınız. Hepsi bu. Bu işlem çok kalabalık değilse yirmi dakikayı bulabiliyor. Haberiniz olsun.

Her dönem verilen yemekhane bursunun duyurusu nerelerden yapılıyor tam hatırlamıyorum ama fakültenizin öğrenci işlerine sorarsanız söylerler. Yemekhane bursu sayesinde bir dönem boyu 2 lira olan öğlen ve 3.5 lira olan akşam yemeklerini ücretsiz yiyebiliyorsunuz. Bunun için kartınıza yüklenen bu burs ile kart-yemekhane kuyruğuna girip (bknz. "İTÜ'lülerin bazı bilmesi gerekenler" yazısı)  yiyorsunuz.

Burs başvuruları için yine fakültenizin öğrenci işlerine başvuruyorsunuz. Siz formu doldurup veriyorsunuz, onlar sizi uygun görürlerse uygun gördükleri bir bursu size veriyorlar. Adaletli olduğundan şüphe duysam da hiç başvurmadım.

Bunlar haricinde size kabul zarfınızın içinde bazı şifreleriniz verilecek. Eğer bu şifreleri birkaç ayda bir değiştirmezseniz şifreniz siliniyor ve yenisini almanız gerekiyor. Şifreniz silinirse veya unutursanız yenisi için Bilgi İşlem Daire Başkanlığı'na gitmeniz gerekiyor. Kendileri eski rektörlük binasında, şimdiki rektörlük binasının yanında olurlar. Arkadaşınızı yollamayın boş yere sizin şifrenizi alması için, kendi şifrenizi sadece size veriyorlar.

İTÜ kimlik kartınızla ilgili bir sorun olduğunda da gideceğiniz yer BİDB olacak. Onlar kartınıza gerekli bakımı yapıp geri verecekler.

Devlet kredisi konusuna gelince, eğer kredi veya burs kazandıysanız devlet okul harcınızın büyük kısmını ödüyor. Fakat kazanıp kazanmadığınız okul başladıktan sonra belli oluyor. Bu nedenle başta tam olarak yatırdığınız harç paranızın devletin ödediği kısmını okul size iade ediyor. Bunların duyuruları panolara asılıyor bölümlerde.

Havuzdan faydalanmak için http://www.ituspor.itu.edu.tr/Icerik.aspx?sid=8636 adresindeki hesap numarasına para yatırmanız gerekli. Para verilerek girilemiyor. Seanslar 1 saat 15 dakika. Bir seans ücret 3 lira, fakat aylık 30 lira. Havuzda erkeklerin şort giymesi yasak, yüzücü mayosu giymeleri gerekiyor. Bayanlar için bir kısıtlama yok. Parayı yatırıp dekontu verdiğinizde aylık yatırmadıysanız her girdiğinizde 3 lira düşülüyor. Aylık yatırdığınızda istediğiniz kadar yüzebilirsiniz. Fakat önemli bir nokta aylıkta süreniz yatırdığınız gün başlarken seanslık yatırdığınızda bitene kadar bir yıla bile yayabilirsiniz. Dekontu havuza verirken soruyorlar size aylık mı diye, tek fark bu ödemede.

Sağlıklı yaşam merkezinden (fitness salonu) faydalanmak içinse aylık 10 lira yatırmanız gerekiyor ve bir aylık süre parayı yatırdığınız günden itibaren başlıyor.

Harçlar her dönemin öncesinde dönem başlamadan yatırılır, tarihler değişir. Yatırmazsanız %100 faizli olarak sonraki 1 hafta içinde yatırmanız gerekir. Yine yatırmazsanız kaydınız yenilenmez. Devlet kredisi aldıysanız harcınız büyük ihtimalle 40-50 lira civarı olacaktır. Geciktirirseniz 80-100 lira yapar. Krediniz yoksa harcınız birkaç yüz lira olduğundan faiz çok koyar.

Dediğim gibi güncellenecektir elbet bir gün bu yazı da...

Captain out !